Translate

Bu Blogda Ara

GÜZEL OLMAK/GİRİTLİ KADINLAR İÇİN GÜZELLİK ÇOK ÖNEMLİ



Güzel olmak Yemekle güzellik arasında bağ hep kurulur ama genelde bu konu “sağlıklı beslenme” veya “diyet”, bazen de “kişisel bakım, ev yapımı doğal maskeler” gibi konular çevresinde dolanıp durmaktan öteye gitmez. Konuya sanki biraz daha başka türlü bakılabilir... Fransız romancı Gerald Messadi “bütün kadınların aslında güzel olduğunu” ama “güzelliğin sadakati”nin, onların güzelliğe olan vefalarına bağlı olarak sürdüğünü; kimilerinin bu güzelliği kum saatinin izin verdiği sürece, göz okşayacak bir bedende konuk ettiklerini, kimilerinin ise aksine güzelliklerine ihanet edip, onu hoş tutmadıklarını, o zaman da, güzelliğin onları bu “nankörlük” karşısında terk ettiğini, kısa zaman içinde “solmuş bir yüz, katmerli bir çene, pörsük memeler ve göbeği örten bir karınla, çuval gibi bir bedenle başbaşa bırakarak onlardan kaçtığını” söylüyor. Bu görüşü ilk okuduğumda Messadie’nin, her ne kadar Fransız olduğu bilinse de, köklerinin bir taraflardan Girit’e dayandığını düşünmeden edemedim çünkü bu o kadar tipik bir “Giritli” inancıdır ki ve ancak bir yerlerde Girit’le alakası olan kişi böyle düşünebilir. Şimdi bana belki güleceksiniz veya bu işi biraz abarttığımı düşüneceksiniz ama hakikaten bu böyledir ve Giritliler kadınlarıyla, erkekleriyle güzeldirler. Bizim sülalede örneğin, tüm kadınlar güzeldir ve tümü de güzel olduğunun farkındadır. Ayrıca sadece kadınlar değil, erkeklerimiz de “güzeldir”. Yunan heykelleri gibi güzel vücutları olmasa da, Yunan heykelleri kadar güzel dururlar, kendi vücutlarını güzel taşırlar. Bu bizim sadece bildiğimiz değil, zaman zaman kendi aramızda “teyid ettiğimiz” de bir olgudur. Güzellik içerden gelir Giritli kadınlar için güzellik çok ”içeriden” gelir ve gözlerden “ışıltı”, bedenden “zerafet”, ruhtan ise canlı bir “enerji” olarak dışarı taşar, gider, diğer insanları bulur, onların da enerjisini etkiler ve oradan da yaşama karışır. Erkekler için ise güzellik, “nezaket, centilmenlik ve karşısındakini özel hissettiren ayrıntılarda saklıdır. Giritli bir erkek için, bir kadını mutlu etmekten daha büyük zafer yoktur. Aslında bir kadını mutlu etmek, dünyayı güzelleştirmektir. Giritli erkekler kadının kendisini güzel hissetmesinin sadece bir iltifattan öte, kendi mutluluklarının bir yapı taşı olduğunu iyi bildiklerinden, bunu kadına bakışları, sözleri ve dokunuşlarıyla çok iyi hissettirirler. Giritlilerin yaşam kültüründe güzellik, gerek kadınlar, gerekse erkekler için yaşa, duruma bağlı dönemsel bir olgu değil, tersine kalıcıdır. Güzel kadınlar da erkekler de, yıllar geçtikce öyle herkes gibi “ihtiyarlamaz”, güzel güzel “yaşlanırlar”. Her yaş farklı bu yaşam kültüründe o kadar çok yaşamsal bir tutkuyla katedilir, sevgiyle, deneyimle, duyguyla yoğrulur ki, yaşların biriktiği her yıl onları daha güzel, bilge ve anlamlı kılar. Yaşlanmak Giritlilerde bir sevinç, yeni bir hayat serüveni için heyecandır, o sebeple yaşlılar geleneksel bir saygıdan öte, büyük kıymet de görürler. Giritli kadınlarla ve erkeklerle birlikte yaşamış olanlarımız bu, anlatılması güç, modern deyimle, “aura”yı hemen anımsayacaklardır. Bizim inançlarımıza göre, güzel olmak, Messadi’nin de vurguladığı gibi, öncelikle “güzel olmayı istemekle” başlar. Güzel olmayı istemek ise “sevilmekle”, “sevilmeyi istemek” ve “sevmekle” başlar. Peki “sevilmek, sevmek ve sevilmeyi istemek” neyle başlar? Elbette iyi yemek pişirmekle başlar. Yemek pişirmek, gizemli bir iletişim dilidir Yemek sadece ulusal veya daha dar anlamda ailemizinde içinde olduğu sosyal çevrenin “kültürünü” değil, bizim bireysel “duygularımızı” iletmenin de en etkin yolu ve aracıdır. Yemek bu anlamda sihirli, gizlerle dolu bir iletişim dilidir. Tüm sırları ve sihriyle aslında sadece “bedeni” değil, “hayatı besleme” gibi önemli bir misyon taşır. Giritten gelmiş eski insanlar, bir tabak yemekle ve sade bir sofrayla, ömür boyu sürecek ilişkilerin başlatıldığını ya da ömür boyu sürmüş ilişkilerinin bitirilebileceğini, insanların mutlu ya da mutsuz edilebileceğini, karşımızdakine ne kadar değer verdiğimizin, ya da aldırmadığımızın, belki biraz “kırgın”, hatta “kızgın” olduğumuzun gösterilebileceğini iyi bilirler. İlişki kurmak, anlamak, “konuşmak” ve yeri geldiğinde “susmak” ya da nerede konuşulup, nerede susulacağını bilmek kuşaklar boyunca Giritli ailelerin sofralarında öğrenilir ve öğretilir. İşte bu yüzden “sevilmenin”, “sevmenin” ve “sevilmeyi istemenin” yemekle çok içeriden, organik bağları vardır. Öncelikle, yemek, sevgi gibi, hiç “aceleye” gelecek bir iş değildir, çok sıkı emek vermeyi ve özen göstermeyi gerektirir. Sadece pişirirken değil, malzemeleri seçerken, sunarken ve sofrada paylaşırken de yemeğin “kendimizi sadece ona adamamızı” istediğini öğrenmek, iyi yemek pişirmenin ilk kuralı olsa gerek. Her yemeğin kendi hızı ve ritmini gözetmek gerekir, dostlukların ve sevgilerin gibi yemeklerin de kendilerine haz bir ritmi ve zamanı vardır. Giritli bir ailede hiç kimse yemeği “aceleye” getiremez, buna asla müsade verilmez. Zaman darlığı sözkonusu olduğunda, “yemeği çabuk bitirmek” demek, asla, yemeğe ilişkin öğelerin kalitesinden taviz vererek, yemeği aceleye getirmek demek değildir. Çabucak bir yemek yemeniz gerekiyorsa, çok basit bir yemek pişirir, sade bir sofra hazırlarsınız. Örneğin basit bir çorba pişirir, tek tip zeytinyağlı bir yemek hazırlarsınız ya da sadece buhara pilavı ve ev yapımı koyun yoğurdu. Hatta sadece, oreganolu bir çoban salata ve kızarmış esmer ekmek ve sızma zeytinyağıyla menünüzü oluşturur ama her halükarda temiz kolalı örtünüzü, yemek peçetelerinizi, porselen tabaklarınızı çıkarır, muntazam bir şekilde sofranızı kurar, üstünüze, başınıza çekidüzen vererek sofraya oturursunuz. Sofrada konulardan sadece ana hatlarıyla bahseder ve geri kalan tüm öyküyü bir başka, yine yemeyle birleşecek-belki ikindi çayı, akşam kahvesi ya da yatmadan evvel sıcak bir süt ve sakızlı kurabiyeler ile kurulacak yeni bir sofraya ertelersiniz. Ama bu şekilde de yine yemeğin ve sofranın paylaşma, yenilenme, tazelenme, hayatın koşuşturmacalarına ara verme, sevgimizi gösterme ve sevgi alma zamanı olduğunu unutmazsınız, asık bir surat ve sanki dünya duracakmış gibi bir stresle kavga eder gibi yemek yemezsiniz… Tekdüzeliğe karşı sofra düzeninizi gözden geçirin Yemeğe kendimizi adamak, onu özenle pişirmek, pişirmeyi mükemmelleştirecek detayları zahmetli bulmamak; örneğin domatesleri çok ender durumlar hariç kabuklarıyla kullanmamak veya domates çorbasını, fırında domateslerin iyice aromasının yoğunlaşıp, renginin koyuşlaşmasına zaman ayırmadan “un ve salçayla“ pişirmemek olduğu kadar, yemeğin bir ilişki kurma, sevgi verme ve sevgi alma aracı olduğunun da bilincinde olmak demektir. Yemekler aracılığıyla, yani yemek pişirerek ve yemek yiyerek sevgiyle ilgili her türlü iletişim kurulabilir. Farklı yemeklerin, farklı sihirleri ve güçleri bize yardım eder. Sevdiğiniz insan size deliler gibi aşık değilse, eşiniz ya da sevgilinizle ilişkiniz artık “aşktan çok klişe bir sevgiye ve sözde bir saygıya” doğru heyecanını yitirdi ve itiraf etmesi güç de olsa cansıkıcı bir sıradanlığa dönüştüyse, dostlarınızdan ihtiyacınız olan sıcaklığı ve sevgiyi yeterince alamıyorsanız, ya da tekbaşına olduğunuzda kendinizi fazlasıyla yanlız hissediyor, geceleri tatlı rüyalar göremiyor, içinizde biryerlere sıkışıp kalmış duyguları şöyle rahatca dışarı vuramıyor, neşeyle bir kahkaha atamıyor, bazen hafif puslu olabilen günlerinizin, hepten kapkaranlık bulutlar gibi üzerinize çökmesine mani olamıyorsanız lütfen önce yemekle ilişkinizi, evinizdeki sofra ve yemek düzenini ve günlük hayatınızdaki yemek repertuarınızı, tüm detaylarıyla gözden geçirin. Yiyeceklerin sadece “kocakarı ilaçlarında” bulunan değil, her durumda duyuları ve duyguları harekete geçiren bir sihri ve gücü olduğunu hatırlayın. Söze ilk başladığımız yere, şu güzellik bahsine geri dönersek, güzellik aslında içeriden gelen bir güven, neşe ve hafiflik, hayata tutkuyla bağlı olmak ve çocuksu bir merakla sarılmak, heyecan duymak, yaşadığımız her anın olabildiğince tadını çıkarmak, kaçınılmaz zor anların ise üstesinden gelebilecek güce sahip olmak demek değil midir? Özenle pişirilmiş bir yemek sadece terapi, ik bir yaratıcılık değil aynı zamanda öncelikle kendimizi sevmek, sonra da sevdiklerimizle ilişkimize sıkı ilmekler atmak, tüm varlığımızla sevilmeyi istemek için en geçerli ve aslında hepimize açık bir yoldur. İşte o yüzden güzellik, iyi yemek pişirmekle başlar. Tanışalım veya tanışmayalım, bizleri, hepimizi birbirimize bağlayan, Akdenizlilik ruhunun neşeli ve hassas doğasının, aslında tüm yalınlıklarına rağmen, zamanın sınamasından başarıyla geçmiş, kişisel dokunuşumuzla özgünleşmiş, dikkatimiz ve sevgilerimizle lezzetlenmiş özel tariflerle pişirilen yemeklerle, yemeklerin sihriyle beslendiğini ve bu paylaşımlarla doyurulduğunu zaman zaman hatırlamak, belki de, kendimize ve sevdiklerimize vereceğimiz en özel armağan olacaktır.

http://www.melemez.com/default.asp?mct=detay&Topic_ID=26637