Translate

Bu Blogda Ara

GİRİT’İN MAHZUN MÜBADİLİ RASİMÂÇİ VE USLU ÇIRAĞI



Rasimâçiler’e…
Eşref Paşa 643 sokaktaki Giritli Kamer Hanım’ın evine kiracıydık. Ben çok uslu bir çocuktum. Ama Kamer Hanım neden bana hep “veled-i zina” derdi, onu bilemiyorum? Bu herhalde kötü bir sözdü. Bana kızan sadece Giritli Kamer Hanım olsaydı neyse. Bir de annemden azar işitirdim üstüne.

Oysa ben en az iki gündür o kara eşarplı, kara entarili Kamer Hanım’ın bahçesine girmemişimdir. Hem de koskoca iki gün o erikler dallarından gözümün içine baktıkları halde! Daha ne olsundu? Suçun hepsi bende miydi yani? “O’nun eriklerinin hiç mi suçları yoktu?”

Beni en iyi, badanacı Rasimâçi anlıyordu. Rasimâçi, Girit ’ten dostuymuş bizimkilerin. Ben O’nun çırağıydım artık. İkiçeşmelik’teki Halilâki’den alırdık çivit boyaları. Doğru babamın terzi dükkânına giderdik. İş hanının merdivenlerini, geçitlerini, dükkânların içlerini badanalardı Rasimâçi. Tabiî ki, en büyük yardımcısı bendim. Babam ne dualar ederdi Rasimâçi’ye: “Hay Allah senden razı olsun” diye. “Kamer Hanım rahat, anası rahat, ben rahat.”

Oysa en rahat olan bendim. O namussuz eriklerin tahriklerinden uzakta, Rasimaçi’nin yakınındaydım. Kireci söndürüyor, çivit veya toz boya katıyor, badanamızı yapıyorduk. Neler konuşmuyorduk ki bu sırada? Çok mutluyduk birlikte. Bir tek Girit ’ten ayrılış öyküsünü anlattığında hüzünlenirdik. Daha doğrusu O hüzünlenirdi de, benim de hüzünlenmiş gibi yapmam gerekirdi. Bazen O ağlardı. İşte ben bu ağlamayı bir türlü beceremezdim.

Yaşantımız böylesi güzel geçip giderken, Rasimâçi beklenmedik bir günde benden uzaklaştı. Gitti ve bir daha etrafımda görünmedi. O güzelim Girit hikâyelerini dinleyemez oldum.

Bu uzaklaşmada benim suçum yoktu. Bütün suç o elektrik kablosundaydı. İş hanının bazı dükkânlarının elektrikleri henüz bağlanmadığı için, kablolarla elektrik çekmişler dükkânlara. Ben çok geçmeden bu kablolardan kaçak yapan birini keşfetmiştim. Oynuyordum bu kabloyla. Elimi çabucak deydirip, çekiyordum. Ama bir gün kablo elime yapıştı. Hain kablo çok fena canımı yaktı ve titretti beni. Hem de zangır zangır! Hiç bırakılır mıydı bu onun yanına? Bende Girit damarı yok muydu? Aldım babamın en büyük terzi makasını ve kestim kabloyu. Rasimâçi badana yapıyordu. Yerler ıslaktı. Çırağı ve Girit’ten dostunun torunu ben, arkasında çırpınıyordum. Rasimâçi durur mu? Tutup beni kurtarmaya çalıştı. Usta ve çırak birlikte çırpınıyorduk artık. Allahtan asfalyalar attı da kurtulduk. Kendimde değildim. Rasimâçi de kendisinden vazgeçmiş, benimle ilgileniyordu. Anlaşılan, babamdan çekiniyordu. Beni sakinleştirmek ve kendime getirmek için, çay ocağına götürdüğünü anımsıyorum. Önce bir çay bardağı ılık su içirdi. Sonra küçük, saydam ve teneke kapaklı bir gazoz şişesini elime tutuşturdu. Daha önceleri yaptığım gibi, şişeyi ha babam çalkaladım. Rasimâçi bu sırada açacağı arıyordu. Açacağı bulan Rasimâçi’ye şişeyi verdim. Zavallı ustam, gazozu açtığı anda öyle bir patlama ve fışkırma oldu ki, şişe elinden fırladı gitti. “Sen büyüdüğünde eşkıya olacaksın!” diye haykırıyordu. Babama, “Evet, eşkıya olacaksın dedim ama okumuş bir eşkıya olacak bu. Hem okumuş hem eşkiya? Nasıl olur bu, onu da bilemiyorum işte?” diye dert anlatıyor, yakınıyordu.

O zamandan sonra bir daha etrafımda görünmedi Rasimâçi; işime de son verdi. Oysa ben Rasimâçi’yi ne kadar çok severdim? O’ndan öğrenmiştim Girit
’i, kireç söndürmeyi, boya karmayı, fırça sallamayı. Onun için de büyüdüğümde duvarlara yazdığım “KAHROLSUN EMPERYALİZM-TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” yazıları silinmezdi uzun süre.

Rasimâçi, Girit’in mahsun mübadili! Seni sevgi ve saygıyla anıyorum; Girit’i anlattığın, bir ülkenin ne demek olduğunu öğrettiğin için. Elbette güzel kireç boyayla duvarlara en güzel yazıları yazmamı sağladığın için de. Işıklar içinde yat.
Ertuğrul Barka