Translate

Bu Blogda Ara

Giritlice Deyimler Tekerlemeler

1. “Mya dripa sto nero”* “Suda bir delik…” /( Neticesinde bir fayda temin edilemeyen uğraşlardan sonra söylenir.)

2. Anavasta gre to jero, na ton ehome os’to telo(s) Kocakarı moruğa destek ver de, Sonuna kadar birlikte idare edelim. ( Zorluklara rağmen devamında fayda görülen zayıflamış ilişkiler için kullanılır)

3. Ode lyazi, perne ton aba’su* * Ço’de vreşi, ksasu.* Al sen abanı hava güneşli iken Keyfine kalmış yağmur yağarken /(Tedbirli olmak için anlatılır.)

4. Paramiythi, mythi mythi* * To kuçi meto rovithi* Hikaye ve efsane Bakla ile nohut…. /(// İnandırıcılığı olmayan açıklamalara cevaben okunur. Normalde bazı masalların giriş cümlesidir)

5. Pşasteme dyo na sikotho* * Çe teseris na kaço* Kalkmam için iki kişi el versin Oturmam için ise dört /(//Kendi başına iş yapamayıp etrafından yardım isteyenler için kullanılır. Veya yaşlandığını hissedenler kendi durumlarını anlatmak için.)

6. Çenurjo’mu kalathi, çe pu nase kremaso* * Ço de tha palyosis, çe pu nase petakso* Benim yeni sepetim seni nerelere assam ki? Eskidiğinde de nerelere atsam ki? 


7. Dostu pende na milis* * Çi’kosi ya na sopasi* * * Beş para ver konuştur, Yirmiye susturamazsın… ( Mecliste konuşma süresi ve önceliğini ihlal edip, kendini öne çıkarmaya çalışan gevezeler için kullanılır.)

8. Pita obros çe pita opiso, * * Na vğo telo na miliso* * Tis diçonisas to diçho* * * Bir pide önüme, bir de gerime Çıkıp konuşacağım ille, Komşumun leyhine ( Haklılığı hakkında…) ( Her durumda her lafa karışan kişiler için kullanılır) 

9. Eşis diço* * Sa do rodiço* * * Hakkın var Radika kadar (Haksız yere hak iddia edenler için kullanılır.) 

10. Narthi theli o çeros* * Na gamisi ço ftohos* * * Günü gelecek, Becerme sırası bu garibana da gelecek Haksızlığa uğradığını düşünenlerin, günün birinde intikam alma umuduyla kısmen teselli bulup bilenmeye devamı sağlayan bir deyiş  

11. Apşasta pulya* * Pende sto para * * * Yakalanmamış kuşlar Beşi bir para * * ( Palavra atan ve hayal kurup zengin olacağını söyleyen kişiler için kullanılır.)  

12. Da pu tha kop`sun to tiri* *Ço** sarakas na lipi"* /Peynirin dilemlendiği yerde/ /Destere// eksik olur mu hiç / / / *(Kambersiz düğün olmaz" * deyişinin farklı bir hiciv tarzı)  

13. Ahi to pedimu, to şçeparni ponemenomu…* Vah benim ( divanda uyurken, üzerindeki duvarda, çiviye asılı orağın, bir deprem esnasında çivinin yerinden çıkmasıyla, düşme ihtimali ile yaralanarak acı çekme riski taşıyan çocuğum vah… Bu da bir hikayenin son cümlesidir… Hep olumsuz şeyler kurgulayan ve tedbir almayı akıl edemeyen insanlar için kullanılır. //  

14. Perdika pu kakarizis* * İda tros çe koçinizis* Sen şakıyan kekliğim Ne yersin de böyle kırmızıya çalar rengin?  

 
_Ve bir tekerleme:_* İbrişimle kaytan Giritliyle şeytan //  

_Ve bir dokundurma:_* Bir tarlaya bir Giritli’nin girmesinden daha kötüsü ne olabilir ? İki Giritli girmesi * * * *

Girit Adası Tarihi


Girit Adası hemen hemen hiçbir ada gibi tarihin milattan önceki zamanlarından başlayarak bugüne kadar olan türlü devirlerinde bir çok fetihlerin hırslı bakışlarını üzerine çekmiştir. Hiç şüphe yok ki bu keyfiyet onun Avrupa, Asya ve Afrika gibi dünyanın üç eski kara parçası arasında uzanmış olan Akdeniz’deki coğrafi durumdan ileri gelmektedir.


Girit Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonra en büyük adasıdır. Batı dillerinde “Krete, Creta, Crete” şeklinde yazılan ve Arapların “ikritiyye, Akritiş, ikridiş, ikritiş” adını verdikleri Girit adası Akdeniz’i Ege denizinden ayıran bir konumda olup,8259 km2 büyüklüğündedir. Girit adası Akdeniz’den geçen veya Eğe denizine girip çıkan tüm deniz yollarına egemendir.
Batı-doğu istikametinde uzunluğu yaklaşık 260 km. genişliği ise 15-50 km. arasında değişmektedir. Yüzey şekilleri açısından oldukça parçalanmış olan ada, Mora yarımadası ile Anadolu’nun güneyindeki Toros sıradağları arasında bir bağ oluşturmaktadır. En yüksek dağları Ak dağlar “Leuka Ore, Aspra Vauna, Madaras, 2482 m” ve İda’dır. “Psiloritis, 2498 m.” Girit adası bilhassa doğu Akdeniz’ in kilidi durumunda olup, 25.20 ve 23,31 boylam derecesi ile 34,55 ve 35,41 enlem dereceleri arasındadır.
A. GİRİT’İN TARİHTEKİ YERİ
Girit adasının sonradan “asıl Giritliler” olarak ayırt edilmiş olan ilk sakinleri Küçük Asyalı idiler. Bunlar, Milattan Önce 3000 ile 1400 yılları arasında bu günkü Avrupa medeniyetine beşik vazifesini görmüş olan Girit yahut Minos “Kral Minos’un adına izafetle” diye nitelendirilen kültürü meydana getirmişlerdi.
Bu medeniyetin kalıntıları Knossos’ta yapılan arkeoloji araştırmaları sonunda meydana çıkarılmıştır. Girit adasında Milattan Önce 4000 yıllarında Neolitik bir kültürün geliştiğini göstermektedir. Yine Milattan Önce III. bin yılda başlayan bakır ve tunç devirleriyle bu gelişme Girit’te II. bin yılda kısmen Mısır’ın tesiri altında parlak bir dönemde ulaşmıştır.
Milattan Önce 1400 yılında Pelopones’ten gelerek Akalar ile başlayan ve arkasından Dorlar’ın akınları ile sona eren Yunanlıların istila hareketleri görülmektedir. Adanın yerli ahalisini itaat altına alan Dorlar’ın idaresi yerine sonradan birbirleriyle mücadele eden birçok rakip şehir devletleri kuruldu. Bu parçalanma Girit’te siyasi yönden, Milattan Önce II. yüzyılda sona erdi.
Tarih boyunca Girit’te bir çok devlet hakimiyet kurmuştur. Bu gelişim içinde bir çok mücadeleye sahne olan Girit’te “Dorlar, Akalar, Romalılar, Bisanslılar, Araplar Venedikliler ve Osmanlılar” hüküm sürmüştür.
Roma ve Bizans döneminde Girit, Yunanistan’ın Roma hakimiyetine girmesinden sonra bir müddet Girit hakimiyetini korudu. Ancak Girit adasının güvensizliği ve korsan yatağı olmasından dolayı Milattan Önce 69 yılında Romalılar adayı hakimiyetleri altına almak için mücadeleye giriştiler. Ada Milattan Önce 67. 66 yıllarında tamamıyla Romalıların hakimiyetine girdi. Romalılar Girit’te Câri olan Minos ve Dor kanunlarını kaldırdıkları gibi korsanlığı önlemek içinde bazı tedbirler almalarıyla birlikte, Girit’i bir iskan bölgesinden ziyade askeri ve iktisadi bir üs olarak kullandılar. Buralara İtalya’dan eski askerler getirtip Knossos bölgesine yerleştirdiler. Özellikle
ziraatın gelişmesi için Mesera ovasında birçok çalışmalar yaptılar ve
buradan elde edilen tahılın çoğunu Roma’ya nakledip ihraç ettiler.
Buğday üretildiği müddetçe Girit onların tahıl ambarından biri olarak kaldı.
Mısır, Roma hakimiyetine girdikten sonra Girit adası Barke “Berka” ve Bingazi eyaletleriyle birlikte bir Roma eyaletini meydana getirdi. Daha sonra Büyük Konstantin tarafından İllyria “Selanik” eyaletine ilhak edildi. Roma İmparatorluğu bölününce Doğu Roma’da kalan Girit adası, Bizans İmparatorluğunun İllyricum kısmında Makedonya eyaletinin altı vilayetinden birini teşkil etti.
Araplar döneminde Girit’e ilk İslam orduları Emeviler döneminde oldu. Özellikle Muaviye, Suriye ve Mısır civarını aldıktan sonra her yıl Akdeniz ve Ege denizindeki adalara sefer düzenlemiştir. Bunlardan Kıbrıs ve Rodos adaları başta olmak üzere bir çok adalar feth edilmiş ve Girit’e yönelmişti. Girit seferine çıkan Emevi kumandanı Cünade bin Ebu Ümeyye el-Ezdi Arap ordusu ile Hicri “53-54” ve Miladi “673-674” yılında Girit’te köy ve kasabaları yağmaladıktan sonra geri döndü. Ancak bu ilk saldırı Girit’te birkaç şehri basmaktan öteye gitmemiştir.
Tarık İbni Ziyad, Endülüs’ü fethettikten sonra bir daha Girit fethi tecrübe edildi. Fakat sonuç alınamadı ve Arap akımları devam etti. Girit alınacaktı.
I.Velid döneminde “705-715” Akdeniz’deki bir takım adalar “Malta, Mayorka ve Minorka” zaptedildiği sırada Girit adasınada bir miktar kuvvet gönderilerek bazı mevkiler ele geçirildi. Ancak sonradan ada elden çıktı. Emeviler döneminde yapılan bu akınlar, Abbasiler devrinde de sürdü. En nihayet Halife Me’mun idaresinde Abu Hafs Ömer bin İsa El-Endülüs tarafından 826 yılında ada tamamıyla zaptedildi. Abu Hafs Ömer, tıpkı Tarık İbni Ziyad’ın yaptığı gibi Girit’e asker çıkaran donanmayı yakmak suretiyle askerleri geri dönülmez bir savaşa sokarak adayı zaptetmiştir.
Girit’in Müslümanlar tarafından işgal edilmesinden sonra bütün Avrupada Müslümanlık aleyhinde hareketler başladı. Girit’e yerleşen Araplar, burada Rabazulandak “Kandiye” şehrini kurdular.
Arapların bu çalışmalarından sonra özellikle Bizans din kuvvetine dayanarak adayı geri almak için çeşitli siyasi, askeri ve dini teşebbüslerde bulunarak adaya papazlar gönderip, durmadan halkı Müslümanlar aleyhinde isyana teşvik ettiler. Dini telkinler altında kalan Giritliler de Müslümanları merhametsizce öldürüyorlardı.
Nihayet Bizans, Kephoros, Phokas, kumandasındaki kuvvetlerin bir yıl süren kuşatmasından sonra 6 Mart 961 de Kandiye şehrini ele geçirdiler. Burada bulunan Müslüman halkın bir kısmını öldürdüler, bir kısmı adayı terk etti, bir kısmını da din değiştirmeye zorladılar. Arap hakimiyeti sırasında 827’den 961’e kadar ada da Ebu Hafs Ömer’in soyundan gelen aileler hüküm sürmüş ve kendi adlarına izafeten para bastırmışlardı. Ada ile Endülüs Emevi devleti döneminde çok güçlü ekonomik ve kültürel bağlar kurulmuş, Kandiye şehri önemli ilim ve kültür merkezi olmuştur. 150 Yıla yakın bir zaman geçtikten sonra kurulan Bizans idaresi sırasında ada halkı tamamen Hıristiyanlaştırıldı. Giritliler daha önce Müslümanlara karşı sık sık başlattıkları isyan hareketlerini bu sefer Bizanslılara karşı kullanmaya başladılar. Bir zamanlar Müslümanları merhametsizce öldüren Giritliler, artık çok pişmandılar. Ama artık çok geçti. Bizanslılar vergilerini ödemeyen Giritli ahaliyi işkencelere tabi tutup, zorla Hıristiyanlaştırıldıkları gibi Hıristiyan olmayanları da çok ağır vergilerle baskı altında tutmuşlardı.
Girit IV.Haçlı Seferi sırasında Bizans İmparatorluğu arazisi taksim edilirken, Montferrat Markisi Boniface’ın payına düştü. Fakat Marki adada da karşılaşacağı güçlükleri dikkate alarak onu satmaya karar verdi.
Bizans Girit’i 12 Ağustos 1204 yılında 100.000.gümüş karşılığında Venediklilere satmak mecburiyetinde kaldı. Bu tarihten itibaren de Venedik terörü adada 440 yıl gibi uzun bir zaman sürüp gitmiştir.
Girit’e yerleşen Venedikliler adadaki hakimiyetlerini sürdürmek için tıpkı Romalılar gibi kendi anavatanından bir kısım halkını burada iskan ettirdiler. Sahil şehirlerin tümünü tahkim ettikleri gibi iç bölgelerde de müstahkem kaleler inşa ettiler.
Küçük garnizonlara bölerek idaresini de başta Dük unvanlı büyük bir kumandan ve iki müşavire bırakıldı. Ancak Venediklilerin yapmış olduğu bu çalışmalar ne Giritlileri, nede Venediklileri huzura kavuşturmuştur. Yirmiden fazla ihtilal ve sonu gelmez isyanlar Girit ahalisini canından bezdirmiştir. Bu güzel ve verimli adayı Venediklilere bırakmak istemeyen Cenevizliler durmadan akınlar yapıyor, şehirleri ve köyleri basıyorlardı. İlk isyan 1205 yılında Cenevizlilerin teşviki ve Malta Dukasının yardımı ile Giritliler isyan ettiler. İki yıl süren bu ihtilal sırasında Venedik’ten göçmen getirilerek Girit’te yerleştirildi. İsyan edenlerin yarı malları alınıp Venedik’ten getirilen göçmenlere verildi. Her iki tarafta da pahalıya mal olan isyanlar, daha şiddetli bir şekilde Venediklilerce bastırılıyordu. Bu durum üzerine ada halkı dışarıdan özellikle Cenevizlilerden yardım ümitlerini kesince kendilerine felaket getirmekten başka bir işe yaramayan bu ayaklanmalardan vazgeçerek, XIV. yüzyılın sonunda Venedik idaresine tam anlamıyla boyun eğmek zorunda kaldılar. Bir çoğu da İslam ülkesinde yaşamayı tercih ettiklerinden Mısır’a giderek orada yerleştiler.
B. GİRİT CUMHURİYETİ
Girit’e hakim olan Venedikliler, Anadolu kıyılarında Menteşe Oğulları, Aydın Oğulları gibi Türkmen beylikleriyle ticari bağ kurdular. Çeşitli anlaşmalar imzaladılar. Venediklilerin Akdeniz’de ileri bir karakolu durumunda bulunan Girit adası, Aydın ve Menteşe Beylikleriyle olan siyasi ve ticari münasebetleri yönlendiriyordu. Buna örnek, 1331’de Girit Dukası Morosini ile Menteşe Beyi Orhan Bey bir anlaşma yapmışlardı. Bunu daha sonra 1337’de bir ahitname takip etti. Bu ticari münasebetler bundan sonrada devam etti. Bir ara Venediklilerin katıldıkları Haçlı ittifakının yol açtığı masraflarını karşılayabilmek için Girit’te vergileri arttırınca 1333,1342 ve 1363’ de ayaklanmalar meydana geldi.
Girit’te ayaklanmaları bastırmakla ünlenen ve Venedikliler devrinin ünlü şahsiyeti Kalerki’nin soyu Bizans devrine kadar uzanmaktadır. Girit, Venediklilerin eline geçmeden önce Bizanstan Kalerki buraya gelmişti. Asıl adı Fokas idi. Kalerki’den sonra yiğeni Leonida, Girit’te iş başına geçti. Venedikliler yıllarca Kalerki ailesinin yardımını burada gördüklerinden Leonida’yıda kendilerinden sanıyorlardı. Leonida, Girit’te Yunanlı bir öğretmenden ders alırken, Yunan kültürü tesirinde kalmış ve Venediklilere düşman olmuştur.
Leonida Girit’te Smirliyus adında biriyle anlaşarak isyanlar çıkarma teşebbüsüne girişti. Ancak bu gizli faaliyetleri Venedikliler öğrendiler. Yapılan ilk savaşlar sonunda Smirliyus daha önce Venediklilerin eline düştü.Esir düşen Smirliyus idam edilerek başı kesildi. Leonida ise, isyanlardan ve Venediklilere olan düşmalığınadan vazgeçmiyordu. Yapmış olduğu bir çok iç savaşlarla Venediklileri hayli uğraştırmıştı. Ancak bu ayaklanmaların birinde Leonida pusuya düşürülerek ele geçirildi. Yapılan türlü işkenceler sonucunda ne için isyan ettiği soruldu. Leonida: “Maksadım Girit’te bulunan bütün Venediklileri kılıçtan geçirmek ve adayı Müslümanlara teslim etmekti.” dedi.
Leonidanın öldürülmesi, Öz Giritliler üzerinde büyük tesir uyandırdı ve adanın her tarafını isyanlar sardı. Resmo, Hanya kaleleri Girit ihtilalcilerinin eline geçti. Bu isyan tam altı yıl sürmüştü. 1347 Yılında Venedik Cumhuriyeti daha öncede Girit Valiliği yapmış olan Kornilio’yu büyük kuvvetlerle isyanı bastırmak için adaya gönderdi.
Bu hal Giritliler için bir felaket oldu ve korkunç bir katliam başladı. İhtilalcilerin elebaşları öldürüldü. Başları mızraklara takılarak dolaştırıldı. Ova Giritlilerin cesetleriyle dolup taşmıştı. Ogünden sonra bu yere perişan edilmiş anlamına gelen “Katafanismeni” dendi ve hala aynı adı taşımaktadır.
1362 Yılında Venedikliler Cenevizlilerle yaptıkları savaşta yenilmişler, bu yüzdende sıkıntıya düşmüşlerdi. Bu yüzdende tek çare Girit’te vergileri arttırmaktı. Bu arada Kudüse giden gemilerin uğradığı Kandiye Limanının varidatını arttırmak için limanın temizlenmesi masrafına karşılık bir vergi kondu. İşte bu son olay ve karar Venedikliler ile Girit asilzadeleri arasındaki anlaşmazlığı büsbütün artırdı ve bir sabah hükümet konağını Giritliler bastı. Valiyi muhafaza eden askerler öldürüldü, bir çok karakollar yakıldı. Kalerki ailesinden biri asilerin başında idi. Valiyi teslim olmaya davet etti. Ancak Valinin direnmesi sonucu konağın kapıları kırıldı ve Vali yakalanarak hapsedildi. Artık Girit Cumhuriyeti ilan edilmişti. Giritliler Venediklerin zulmünden öylesine bıkmışlardıki, Cumhuriyetin ilanı üzerine Girit’in bütün katolikleri ortadoks mezhebini kabul ettiler ve yeni kurulan hükümeti desteklediler.
Girit’in istiklalini ilan ettiği haberi Venedik’e ulaşınca Venedikliler buna inanmak istemediler. Buraya durumu öğrenmek için üç kişilik bir heyet gönderdiler. Fakat bu heyeti Giritliler adaya çıkarmadılar. Venedikliler ikinci defa Girit’e beş kişiden kurulu bir heyet daha gönderdiler. Bu sefer Giritliler kurdukları Cumhuriyetten çok memnun olduklarını göstermek için bu heyetin adaya çıkmasına izin verdiler.
Heyeti Girit Cumhurbaşkanı Mari Nağradoniko karşıladı. Venedik heyeti reisi:
“Görüyorsunuz ki, dedi, biz buraya dostluk için geldik. Kandiye limanının temizlenmesi için alınmak istenen çok az bir vergi sizi isyan ettirmemeli idi. Bunun tehlikeli sonuçları olabilir. Hiçbir devletin yardımını bulamazsınız.”
Girit Cumhurbaşkanının cevabı kati idi.
“Girit Cumhuriyeti yaşayacaktır. Mezhebimizden olmayan yabancı bir hükümete boyun eğmeyeceğiz. Bunun için icap ederse, hayatımızıda feda etmeyi göze almış bulunuyoruz.”
Venedik’e dönen heyetin getirdiği haber Venediklileri telaşa düşürmüştü. Tek çare Girit’e yeniden hakim olmak için bir kısım kuvvet göndermek ve Avrupalı devletleri de iknaya çalışmaktı. Bunun içinde Venedikliler Avrupalı Devletlere Girit isyanı bastırılmazsa diğer adalara da isyan hareketleri sıçrayacak ve bu hal bütün Avrupa için tehlikeli olacaktır gibi propagandaları ile bütün Avrupalı Devletleri ikna etmeyi başarmışlardır. Artık Girit’teki Asileri ve Girit Cumhuriyetinin kurulmasında en büyük rolü olan Kalerki’yi ortadan kaldırmaktı. Venedikliler adaya çıkar çıkmaz, Girit Cumhuriyeti idaresindeki bir kısım yöneticilerle birlikte düzenlenen bir baskınla Kalerki yakalanıp öldürüldü.
Girit Cumhuriyetinin yıkılışı Kalerki’nin ölümü ile başlamıştır. Öyleki ayaklanan Giritliler “O, bizim babamızdı. Onu öldürenlerden intikamımızı alacağız.” diye harekete geçtiler.
Giritliler hükümet konağı önünde intikam çığlıkları atarak konağı sarmışlardı. Konağı muhafaza etmekle yükümlü muhafızların açtığı ateş sonucu birçok Giritli öldürülmüştü. Meydanı dolduran halk arasında müthiş bir panik başlamıştı. Öte yandan da otuz kadar Venedik kalyonunun adaya yaklaştığı haberleri üzerine Meclisi basmaya çalışanların dağılmasına sebep oldu. Bu sıralarda da Girit Cumhurbaşkanı, eski Venedik Valisi ile gizlice görüştü ve adayı tekrar Venediklilere bırakacağını bildirdi. Meclis azalarından birinin böyle bir haber alması üzerine milliyetçi azalardan on kişi görevinde kalan Girit Cumhurbaşkanını hançerleyerek öldürdü.
Giritliler, Marko Grodeniko’yu yeni Cumhurbaşkanı seçerek Cumhuriyet idaresini yaşatmaya karar verdiler. Ancak halk çok tedirgin idi. Çünkü bu iç savaş bir çok Giritlinin ölümüne neden olduğu gibi Venediklilerinde Micelio Dominiko komutasında bir donanma Adaya doğru geldiği yolunda idi. Gene kan akacaktı, gene ezeli düşmanlar çarpışacaklardı. Venedik donanması adaya yaklaştığı sıralarda Giritlilerde savaşa hazırlanmıştı. Adaya çıkan Venedik askerlerine karşı Giritliler ani baskınlarla birçok zayiat verdirdikleri gibi ele de birçok esir geçirmişlerdi. Ancak Venedikliler adaya asker çıkarmaktan geri durmadılar ve Girit kuvvetlerini püskürterek, teslim olmaları için üç gün’de mühlet verdiler. Karşı direnişten vazgeçmeleri halinde de genel af ilan edeceklerini bildirdiler.
Giritliler, teklifi kabul etmediler ve iki taraf arasında çok şiddetli savaşlar başladı. Venedik ordusu, hem daha kuvvetli, hemde bir ordu halinde savaşıyordu. Dört defa tekrarlanan çatışmadan sonra Venediklilerin beşinci saldırısında Giritliler bozguna uğradı. Neticede, tek çareyi teslim olmakta bulan Giritliler, genel af ilan edilmesi isteği ile grup grup teslim oldular ve 1362 yılında ilan edilen Girit Cumhuriyeti 11 ay kadar süren bir devreden sonra son bulmuştur.
I. BÖLÜM
A) OSMANLI DÖNEMİNDE GİRİT
1.Girit’in Fethi Ve Önemi
Giritliler ile Venedikliler arasında 440 yıldan beri süren ezeli düşmanlık ve bir türlü bitmek bilmeyen Venedik Ceneviz rekabetinden dolayı Ada da kargaşa, katliam, eza ve cefalar halkın sürekli isyan etmesine neden oluyordu.
Halk bir kurtuluş yolu veya bir mucize beklentisi içinde yaşamını sürdürmeye çalışırken, Türk akınlarının adaya doğru başlamasıyla Giritliler ırk, dil ve din ayrımı gözetmeyen Müslüman Türk adaletinden söz etmeye başlamıştır. Çünkü Giritliler Kıbrıs’ı Feth eden Türklere karşı takviye kuvvet olarak savaştırılmış ve esir düşen Giritli askerlere hiçbir cefa yapılmadan memleketlerine geri götürülmüştü. Artık beklenen bir mucizenin ışıkları Türk akınlarıyla görünmeye başlanmıştır.
Girit adasına ilk Türk akınları Aydın Oğulları Beyliğinden Umur Bey 300 gemi ile başlatmıştı. Umur Beyden sonra 1469’da Girit çeşitli istikametlerde yapılan Osmanlı hücumlarına maruz kaldı. Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmek isteyen korkulu Armada Barbaros Hayrettin Paşa’nın 1538’de Girit sahillerini kontrolü altına almasıyla en fazla zarar gören yer oldu.
1567 Yılında II.Selim’in tahta çıkması ile Kıbrıs adası fethi sırasında Girit’e akında bulunuldu ve Suda kalesine bir gece baskını düzenlendi. Bu saldırılar sırasında Hanya Kalesi’de çok zarar gördü ve Cezayir’den gelen bir Osmanlı donanması Resmo yöresini yakıp yıktı.
IV.Murat döneminde Osmanlı Devleti,Venedik Devletiyle Sulh halindeyken Cezayir ve Tunus korsanları Girit’i basıp, Avlonya’ya sığındıkları zaman Venedikliler, anlaşmayı hiçe sayarak Avlonya’yı talan etmişler, kaleyi ve kale içindeki camiyi yıkmışlardı. Bu hareket Girit’in feth edilmesi konusunda ilk sebeplerden birini teşkil etmiştir.
Sultan İbrahim’in hükümdarlığı döneminde ortaya çıkan Sümbül Ağa meselesi ise, Girit adasının feth edilmesinden en önemli sebep olmuş ve Osmanlı Devletini harekete geçirmişti. Olayın gelişimi ise; saray içinde mutlak amir olan, astığı astık, kestiği kestik Kızlar Ağası Sümbül Ağa padişahın tek itimat ettiği biri idi. Ancak Sümbül Ağa’nın çok aşırı açgözlülüğünden dolayı padişahın gözünden düştü. Ağa Padişaha yalvararak kendisini affetmesini ve izin verir ise, ömrünün son yıllarını Mısır’da geçirmek istediğini bildirdi. Sultan İbrahim büyük hizmetlerini gördüğü Sümbül Ağanın gitmesine izin ve müsaade verdi. Hazırlıklarını tamamlayan Sümbül Ağanın serveti Mısır eyaletinin beş yıllık vergisine muadildi. Sümbül Ağa hiç zaman kaybetmeden İstanbul Limanında anlaştığı İbrahim Çelebi’ nin iki katlı kalyonuna 50 kadar güzel cariye, birçok köle, Arap atı, silahlı muhafız ve sandık sandık altın almıştı. Bundan başka Mekke Kadısı ile bir takım hacılarda yanında bulunuyordu. Sümbül Ağa ne olur ne olmaz deyip kellesinin gideceği korkusu ile İstanbul’dan bir an evvel ayrılmak istediğinden dolayı kalyonuna dört toptan fazla koydurmamıştı.
Sümbül Ağa’ nın kalyonu Girit önlerine geldiğinde pusuya yatmış olan Malta korsanları tarafından saldırıya uğraması ve gasp edilen eşyanın Girit’te satılmasıyla hadise İstanbul’da bomba tesiri yaptı. Böylece çeyrek asır devam edecek olan Osmanlı, Venedik savaşı ve Girit’in fethi başlamış oldu.
Girit adasının Osmanlı Devleti için önemi ise, üç kıtanın birleşiminde olması, Kuzey Afrika’nın kıyı şeridindeki Müslüman devletlerin “Trablus, Tunus ve Cezayir” deniz yolu üzerinde önemli bir stratejik noktadaki konumuyla bir serhat adası özelliğinde bulunması ve Avrupa’dan Osmanlı devletine karşı yapılacak saldırılarda ileri karakol görevini taşımaktadır. Bundan başka o dönemde Akdeniz’e Atlas Okyanusundan tek geçiş kapısı olan Cebeli Tarık Boğazına kontrolünü üstlenmesi ve Akdeniz ticaret yolunun önemli stratejik bölgesinde bulunmasıdır. Osmanlı devleti daha Fatih Sultan Mehmet döneminden beri Girit adasının gerek stratejik konumundan gerekse bir korsan yatağı olmasından dolayı fethi düşünülmektedir. Ancak dönemin ve zamanın gerekleri doğrultusundan dolayı Girit adasının fethi Sultan İbrahim dönemine nasip olmuştur.
Sümbül Ağa olayı Padişahı ilgilendiriyordu. Zira bir Osmanlı kalyonu batırılmıştı.
Öte yandan Semin Mehmet Paşa Girit seferine karşı idi. Çünkü devletin başına büyük gaileler çıkacağını ileri sürmekteydi. Ona göre Girit kolay feth edilecek bir ada değildi.
Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa Sultan İbrahim’in çok itimat ettiği Cinci hocayı da kendi tarafına çekerek, padişahtan Fermanı çıkardılar ve Girit seferi böylelikle başlamış oldu. Yusuf Paşa aslen Dalmaçyalı idi. Köle olarak alınmış ve Kaptan-ı Deryalığa kadar yükselmişti. Asıl adı Joseph Moskoviteh idi.
Girit seferi çok gizli tutuluyordu. Padişah sadrazam, Cinci hoca ve Yusuf Paşa’dan başkası bilmiyordu. Ancak İstanbul’daki Venedik elçisi durumdan şüphelenmiş hükümetine durumu bildirmişti. Venedikliler her ihtimale karşın Girit’e 23 parça kadırga göndermişlerdi.
Türk donanması 106 harp gemisi, 300 Karamürsel denilen nakliye gemisinden ibaret olup, kara ve deniz askerlerinin sayısıda 50,80 bir rivayete görede 101.bin kişi idi.
21 Haziran 1645’te Osmanlı donanması Navarinden ayrıldıktan sonra Başkomutan Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa bütün komutanları etrafında topladıktan sonra padişahın fermanını çıkarıp okudu. “Girit’i fethe gidiyoruz…” dedi. O zamana kadar herkes Malta adasının fethine gidildiğini sanıyordu. Böylece 24 yıl, 4 ay, 16 gün süren savaş başladı. Osmanlı donanması Girit sahilleri yakınındaki küçük bir adadaki Venedik kalesini kan dökmeden geceleyin işgal etti.
Osmanlı donanması sabahleyin bölgedeki ikinci Venedik kalesinin fethine girişti. Ancak Venedikliler çok şiddetli mukavemet ettikleri gibi Türk kuvvetlerine de göz açtırmıyorlardı.
Türk kuvvetlerinin komutanı Amasyalı Ahmet Paşa hücumdan önce Türk sancağının kale burçlarında görmek istediğini Türk askerine emretmesi ile her iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Çatışmanın en kızıştığı bir anda, kale burçlarında Venedik komutanı Biagio Gioliani’nin emri ile teslim bayrağı çekildi. Bunun üzerine Türk ateşi derhal kesildi ve kalenin teslim için müzakerelere geçildi.
Bu amaçla kale burçlarının yanına bazı kumandanlarla bir miktar askerin varmasından sonra devir teslim için muamelenin başlayacağı bir anda müthiş bir patlama ile beşyüz kadar Levent’in parçalanmasına ve ölmesine sebep oldu. Bu hadise ise, Venedik komutanının bir hilesinden başka bir şey değildi.
Bu olay Türk askerleri arasında müthiş bir azim ve hırs yapmasına neden oldu ve intikam almak için derhal kaleye saldırdılar. Lağımcıların büyük gayretleri ile patlatılan delikten geçen Türk askerleri bütün Venedik kale muhafızlarını kılıçtan geçirip öldürdükten sonra Venedik kale komutanını yakaladılar ve ölen beşyüz Leventin intikamını feci şekilde aldılar. Yapılan bu mücadelenin sonucunda Venediklilerin çok çetin savaşlar verecekleri ve ne pahasına olursa olsun Girit’i teslim etmeyeceklerdi.
a. Hanya’nın Fethi
Türk ordusu yapmış olduğu mücadeleler sonucunda Girit’te bazı kaleleri işgal etmiş ve yeni büyük başarılar kazanmak için 1645 yılının sonbaharında Hanya’ya çıkmış ve tepeleri işgal etmeyi başarmıştı. Bu bölgelerdeki köylüler kendi hallerinde hatta eğlence içinde idiler. Türklere karşı kesinlikle gelmiyor daha çok sevinç içindeydiler. Çünkü bunlar yerli halk idi ve Venediklilerden çok çekmişler ve artık Türklerin sonsuz adaletine ve koruyuculuğuna inanıyorlardı.
Türk ordusu artık tedbiri elden bırakmıyor, Venediklilerin bir oyununa ve hilesine düşmemek için Hanya Ovasında esir edilenleri vakit kaybetmeden Başkomutanlık karargahına gönderiyorlardı. Özellikle Yusuf Paşa burada yapmış olduğu savaşlarda Türk adaletinin bir temsilcisi gibi de halka iyi muamele etmekteydi. Örneğin Hanya Ovasındaki köyler yağma edilmiş, fakat kimse kılıçtan geçirilmemiştir. Halbuki o devirlerde kan’a kan alınırdı. Başkomutan Yusuf Paşa, Girit köylülerinin Türk askerlerine karşı koymadan teslim olduklarını öğrenince görevleri başında bulunan komutanlara yerli halka fazla kötü muamele yapılmaması ve bu halkın savaş esiri olmadığını özellikle belirtmiştir.
Venediklilerin Hanya komutanı Novagiero, Türk ordusunun yapmış olduğu tüm saldırılarını geri püskürtüyordu. Bu çetin geçen mücadelelerden birinde Yusuf Paşa askerini savaşa daha iyi motive etmek amacıyla askerlerin arasına girdiği bir sırada kaleden atılan bir top güllesi yere düşmüş ve Rumeli sipahilerinden beş eri şehit ettiği bir sırada çok yakınında bulunan Yusuf Paşanın üstü şehit kanı ile bulanmış olduğundan paşanın şehit olduğu düşüncesi ile askerler arasında panik oluşmuş ve Türk askerlerinin geri çekilmesini yine Yusuf Paşa ölmediğini sadece üstündekilerin şehit kanı olduğunu ve zaferin Türk ordusunda olacağını haykırmasıyla durdurmuştu. Bu olay Türk askerlerine yeni bir cesaret kaynağı olmuştu. Bu sıralarda Suda limanında bulunan ve Venedik gemilerinden çıkan bin kadar asker Türk ordusuna karşı hücuma geçti. Dukakin Ali Bey, 300 serdengeçti ile bu bin kişinin üzerine yürümesiyle ön safta bulunan Venediklileri kılıçtan geçirdi. Buna rağmen Venedikliler çok cesur savaşıyorlardı. Ancak Türk Ordusu da ne pahasına olursa olsun yılmıyor ve Hanya’yı teslim almak istiyordu.
Türkler, Venedik kalelerine yaklaşmak için yer altından tüneller kazmaktaydı. Venediklilerde Türk ordusunu gafil avlamak amacıyla aynı yolu seçmişti. Bir gün iki taraf bu tünellerde karşılaşmıştılar ve zafer Türklerde kaldı.
Hanya’nın muhasarası tam 54 gün sürmüş, alay beyi Mustafa Bey, Alaca Hisar Beyi Mahmut Bey, Serdengeçti Ağası Yusuf Ağa, Yeniçeri Serdengeçti Ağası Deli Kurt, Köstendil Beyi Kaya Bey gibi kahramanlar şehit düşmüşler, Yanya mirlivası Arslan Paşa ve daha pek çok komutan yaralanmıştı. Venedikliler hala sarsılmadan karşı duruyorlardı. Bütün askerler ve komutanlar muhasaradan vazgeçileceği düşüncesindeydi. Bunu önceden sezen başkomutan Yusuf Paşa bütün komutanları bir hendek içinde topladıktan sonra onlara, göstermiş oldukları yiğitlik ve kahramanlıklarından dolayı teşekkür etti ve onlardan son kez top yekün hücum yapmalarını istedi. Ayrıca Hanya’nın daha fazla dayanacak gücü kalmadığını zaferin kendilerinde kalacağını komutanlarına inandırmayı başardı.
19 Ağustos Cumartesi günü başkomutanlık karargahında hücum hazırlıkları devam ederken, Hanya kalesinde beyaz bayrak dalgalanmaya başlamıştı. Tam 54 gün teslim olmamak için geceli gündüzlü çarpışan Hanya kalesindeki Venedikliler çok zahiyyat vermişler, son ümitleri de yok olduktan sonra teslim olmak mecburiyetinde kalmışlardı.
Venedikliler kale burçlarına beyaz bayrağı çektikten sonra ihtiyar bir Venedikli elçiyi Türk ordusuna göndermişlerdi. İhtiyar, Rumeli Beyler Beyi Hasan Paşadan canlarına dokunulmaması için “aman” verdiğiniz takdirde hiçbir karşı direniş gösterilmeden teslim olacaklarını paşaya bildirdi. Paşa da: “Teslim olanlar, bize emanettir. Emanetlerin mal ve canları emniyette olur.””dedi.
İhtiyar Venedikli diz çöküp, Hasan Paşanın eteklerinden öptükten sonra yanında iki Türk subayı ile geri döndü. Fethin ikinci gününde, iki sıra olmuş Türk askerlerinin önünden çoluk çocuklarıyla geçen Venedikliler, kendilerini Kandiye Kalesine götürecek Türk kadırgalarına biniyorlardı. Öte yandan baş komutan silahtar Yusuf Paşa, Giritli halka din ve mezhep ayrımı gözetmeden kendi evlerinde ve işlerinin başında yaşayabileceklerini bildirmişti. Giritlilerde Türk idaresinin bu davranışı karşısında oldukça memnun olmuşlar ve “kurtulduk bu canavar
Venediklilerden!” diye bağırıyorlardı.
Bir Türk geleneği olarak da feth edilen şehir ve kalelerde lüzum görülen kiliseler camiye çevrilmiş ve ilk ezan okunup namaz kılındıktan sonra, Sen-Nicoles Kilisesi Sultan İbrahim adına “Hünkar Cami”, San- Franscesko Kilisesi Serdar adına “Yusuf Paşa Cami”, San-Sava Kilisesi Serdar Muavini Koca Musa Paşa adına “Musa Paşa Cami”sine çevrilmiştir.
Silahdarlıktan Kaptan-ı Deryalığa terfi ettirilen Yusuf Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Girit’te Hanya kalesini 54 gün süren bir kuşatmadan sonra Hicri 1055-Miladi 1645 yılında feth etmeyi başardı.(24) Öte yandan Hanya’nın feth edildiği haberini İstanbul’a bildirmek için kapıcılar Kethudası Hüseyin Ağaya gönderildi. Haberi alan Sultan İbrahim son derece sevinmiş ve İstanbul tarihi günlerinden birini yaşamıştır. Girit uğrunda şehit olanlar için dualar edildiği gibi gaziler içinde destanlar düzülmüştür. Yusuf Paşa 20 Kasım 1645 yılında Serdar-ı Ekrem olarak iki kadırgası ile İstanbul’a gelmiş ve doğruca padişahın huzuruna çıkıp etek öptükten sonra, zaferi birde kendisi müjdelemiştir. Padişahta Yusuf Paşaya iltifatlarda bulundu ve tebrik etti.
Öte yandan Girit seferine pek taraftar olmayan Sadrazam Semin Mehmet Paşa, Yusuf Paşayı bu başarısından ve yerine geçeceğinden dolayı onu kıskanmıştı. Bu yüzden de padişahı Yusuf Paşanın Girit’te pek çok ganimet elde ettiğini ama İstanbul’a hiçbir şey getirmediği yolundaki telkinleriyle devamlı kışkırttı. Sultan İbrahim kriz geçirdiği bir dönemde de tarihin ibret sayfalarında Dürüst ve Cesur bir Komutan olan Yusuf Paşanın idam fermanı çıkmıştır. Girit’te büyük başarı göstererek “Hanya Fatihi” olarak tarih sayfalarında kalacak olan Yusuf Paşa, İstanbul’a gelişinin iki ay gibi süreden sonra idam edilmiştir.
Girit’in fethi Osmanlı devletine çok pahalıya mal olmuştu. Başlangıçta elde edilen bu başarılar büyük ümit verdi. Ancak Venedik’in Çanakkale Boğazını ablukaya alması ve Osmanlı Devletinin Girit’e kuvvet göndermesine engel olmasından dolayı savaş uzamıştır. Lakin bozca ve Limni adalarını zapteden ve Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alan Venedikliler, denizlerde kazandıkları bu üstünlüklere rağmen Osmanlı Devletini, ne Girit adasının fethinden vazgeçirmeye, nede güç bir durumda bulunan Girit’teki Türk kuvvetlerinin diğer kaleleri teker teker almasına engel olabildiler.
b.Resmo’nun Fethi
Hanya’nın fethinden sonra Girit Muhafızlığına tayin edilen Budin Beylerbeyi Gazi Deli Hüseyin Paşa, Girit’e gelir gelmez Hanya’nın etrafında hala direnen Kisomo, Apokorono veGranbosa gibi önemli kaleleri ele geçirdikten sonra Resmo’yu fethetmek için harekete geçti. Deli Hüseyin Paşanın her çarpışması zaferle sonuçlanıyordu. Bu çarpışmalar sonunda 10.000. kağır ev, 50 kilise ve 150 den fazla saray ve konak ile bezenmiş olan Resmo’yu daha sonra’da Milopotomo’yu zaptetmeyi başarmıştır.
Resmo’nun fethi, Osmanlı devleti için büyük bir zaferdi. Deli Hüseyin Paşa, her zaman olduğu gibi askerlerinin önünde yalın kılıç ile saldırırken bu esnada başından yaralanmış, kanlar içinde kalmıştı. Fakat bu kahraman komutan hala “ileri, hücum…” diye haykırıyordu.
15 Kasım 1646 Perşembe günü Resmi kalesinin anahtarları Deli Hüseyin Paşaya verildi. Mağlup olan Venedikliler, bu kahraman Osmanlı Paşasının büyük yiğitliğini ve cesaretini alkışlamaktaydılar. Bir rivayete göre de, Venedikliler Deli Hüseyin Paşanın savaşlardaki, başarısına ve yiğitliliğine öylesine hayran kalmışlar, Onu at üstünde bir tablosunu yapmışlar ve Venediğe göndermişlerdir.
Resmo kalesinin fethide Hanya zaferi gibi İstanbul’da üç gün, üç gece şenliklerin düzenlenmesine sebep olmuştur.
Deli Hüseyin Paşa de Resmo’da teslim olan Venediklileri serbest bırakmış, Kandiya kalesine gitmelerine müsaade etmiştir.
c. Kandiya’nın Fethi
Venedikliler bir yıl önce aldıkları Limni ve Bozcaadasını tekrar kaybettiler. Bu yüzden savaş Girit’te Kandiye kuşatması ile kilitlenmişti. Uzun bir süre kuşatma altında olan Kandiye de devamlı savaş, her savaşta Türklerin zaferleri ön plandaydı. Ancak Kandiye bir türlü zaptedilemiyordu. Çünkü kale en zayıf döneminde bile otuzbin asker ile korunuyordu. Öte yandan Türk, askerinin gösterdiği kahramanlık büyüktü. Çünkü İstanbul’dan yardımcı kuvvet ve yiyecek gelmiyordu. Bunun sonucu olarak ta muhasara uzuyor, kışın dondurucu soğuğuna ve düşmana karşı Türk askeri göğüs geriyordu. Bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için Türkler, Kandiye yakınında İnâdiye denilen büyük bir kale yaparak burayı baskı altında tutmaya başladılar.
19-20 Mayıs 1647 günü dörtbin kadar Venedikli askerin kaleden çıkıp, Türk kuvvetlerinin üzerine bir saldırı düzenlemesiyle büyük kanlı çarpışmaya sahne olmuş, düşman kuvvetlerinin ilk etapta binikiyüz kadarı kılıçtan geçirilmişti. Beş saat süren bu çarpışmada 3 tabya zaptedilmiş, 8 top, 500 tüfek ve pek çok mühimmat alınmıştı. Ancak Kandiye alınamamıştı. Yapılan bu mücadelede büyük kahramanlık sergileyen Türk askerinin yanı sıra Başkomutan Deli Hüseyin Paşanın gösterdiği yiğitlik anılmaya değerdi. Paşa,mücadele esmasında vücuduna iki yara almasına rağmen yılmak nedir bilmeyen bu gözü pek Türk komutanı yanındaki askerlerine yaralandığını belli etmemek için akan kanlarını mendili ile sildiği gibi savaş sona erdikten sonra da gizlice harp meydanında yaralarını sarmıştı.
Kandiye Kalesine Türk akınları tekrar başladığı bir sıralarda Venedikliler teslim olmayı düşünmüşler, ancak beklenmeyen bir anda Yardıma gelen Venedik donanmasının sayesinde ümitleri kırılmış olan kale savunucuları tekrar dirilip, mücadeleye başlamışlardı.
Osmanlı Devleti Avusturya ve Erdel meselesini istediği gibi hallettikten sonra, çok uzayan maddi ve manevi kayıplara yol açan Girit savaşına kesin bir çözüm getirmek amacıyla Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa idaresinde büyük bir kuvveti adaya gönderdiler (1666)
Hanya’ya 47 gemi ile gelen Fazıl Ahmet Paşa kuvvetlerine kısa zamanda İstanbul’dan 120 gemi daha katılmıştı..
Venedikliler bu defa ise; görülmemiş bir plan tatbik ediyorlardı. Türk ordusunu ve askerlerini dağıtıp bozguna uğratmak için karadan saatte 400 mermi atıyorlardı.
Venedik Tarihleri, bu savaşı “Büyük kahramanlık” diye yazarlar. Ancak Serdar-ı Ekrem Fazıl Ahmet Paşa bu savaşı kazanmak için hiçbir fedakarlıktan çekinmemekte idi. Savaş 6 ay 21 gün sürmüş, Türkler sekizbin şehit vermişlerdi. Artık kış gelmiş Türk askeri ve komutanı toprak altında yaşıyordu.
Padişah IV.Mehmet, Girit zaferi için hiçbir şeyi esirgemiyordu. Kış mevsiminde dört defa adaya Türk donanması asker ve mühimmat getirmişti.
Öte yandan Venedikliler Osmanlı devleti ile bir barış anlaşması yapmak istediklerini belirttiler ve Girit’in kendilerine bırakılması karşılığında Osmanlı devletine her yıl 20.000. Altın haraç vermeyi önerdiler. Serdar-ı Ekrem Fazıl Ahmet Paşa bu teklifi müzakereye bile gerek görmeden reddetti. Padişahın kararı kât’i idi, Girit fethedilecekti.
Venedikliler bir yandan Osmanlı devletine bir barış ve sulh görüşmesi teklif ederken, diğer taraftanda Fransa’dan, Papalık’tan ve Malta’dan durmadan yardım alıyordu. Bu durum üzerine Türk ordusu Venediklilere karşı yeni bir taktik takip etmeye başladılar. Buna göre de Türkler, hergün 1000 el kumbarası yapıyor ve bu kumbaraları da düşmanın stratejik yerlerine fırlatıyorlardı. Böylece kale bedenlerinde gedikler açılıyordu. Buna benzer olaylar bir birini takip ettiği bir sırada Türk askerinden biri düşman cephaneliğine kadar sokulmuş ve cephaneliği havaya uçurmuştu. Düşman cephaneliğinde bulunan 20.000 kantar barut ve bilerce kumbaraların patlaması ile kale bedenlerinin yıkılmasına ve bir çok Venedik askerinin zayiatına sebep olduğu gibi Venediklilerin bütün maneviyatı kırılmıştı.
1 Haziran 1669 yılında Fransız kuvvetleri Kandiye kalesinden çıkarak Türk ordusuna karşı hücuma geçti. Bu saldırı Venedikliler için son saldırı idi. Ellerinde kumbaralarla bekleyen Türk askerleri, Fransız askerlerinin ateş açmasına imkan vermeden onları dağıtmayı başardılar. Artık Türk askerlerinin son ihtarı idi. Venedikliler için artık iki yol kalmıştı. Ya teslim olmak, ya da ölmekti.
Osmanlı kuvvetleri, fazıl Ahmet Paşa kumandası altında kuşatılan Kandiye kalesi ikibuçuk yıl sonra teslim olayı kabul etmiştir. Venediklilerin 13 yıldır Kıbrıs Valisi ve komutanı olan Francesco Morosimi teslim kararını bildirdi ve (6 Eylül 1669)’da sekiz maddelik bir sulh anlaşması imzalandı.
Sulh anlaşmasına göre, Kandiye kalesi bütün silahları ve mühimmatı ile teslim oluyordu. Sadece Carabusa, Suda ve Spinaloğne kaleleri Venediklilere kalıyordu. Girit adasının fethi Osmanlı devletine çok pahalıya mal olmuştur. Öyleki, Girit 130.000 şehit kanı ile sulanarak, Türk hakimiyetine girmiştir.
Venedikliler ile yapılan bu anlaşmadan bir müddet sonra Venediklilere Girit’te bırakılan Carabusa, kalesi 1692’de Suda ve Spinoloğne kaleleride 1715 yılında Venedik’e karşı açılan Mora Seferi sırasında feth edildi.
Kandiya’nın ilk kuşatılması 1647 yılı 7 Temmuz günü başlatılmasından teslim oluşuna kadar Venedikliler kaleyi 22 yıl 1 ay, 29 gün Türk ordusu karşısında durabilmişlerdi. (33) Girit’in Osmanlı devleti tarafından fethi gerçekleştikten sonra bütün Avrupa Hıristiyan devletlerini, adeta “din birliği” etrafında toplamıştı. Asırlarca birbirleri ile boğuşan, birbirlerini kırıp geçiren, durmadan kan döken devletleri katolik, ortodoks hatta protestan olsun Müslümanlara karşı önce bir “ düşmanlık havası” yaratmaya başlamışlardı. Bunun neticesi olarak ta “mukaddes ittifak” kurulmuştu.
Avrupa’da Müslüman Türklere karşı böyle bir zihniyet oluşurken, Osmanlı devleti de III. Ahmet’in Lâle Devrini yaşıyordu. Osmanlı devleti 1715 yılından sonra Girit adasını merkezi Kandiye olmak üzere imtiyazlı bir eyalet haline getirdi ve Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrıldı. İlk iki sancağa gönderilen muhafızlar vezirlik rütbesini haiz olmakla birlikte bazen Hanya muhafızlığına miri miranlar ve Resmo’ya da vezirler tayin ediliyordu. Hatta bu sancaklardan ikisinin veya üçünün idaresinin tek bir kişinin uhdesinde birleştirildiği de oluyordu. Bilhassa Mora ihtilali esnasında her üç muhafızlık Kandiye Valisi Süleyman Paşa’nın uhdesinde birleştirilmiş ve bu tarihten itibaren bu usul uygulanmıştır.
II. BÖLÜM
A.GİRİT’İN ELDEN ÇIKMASI
1. Yunanistan’ın Faaliyetleri
Mora’da ilan edilen Yunan istiklali sırasında Osmanlı devleti en zayıf devresinde idi. Rusya’nın sonu gelmez baskıları, Yeniçeri Ocağının kaldırılması sonucu iç isyanlar ve huzursuzluk son haddini bulmuştu.
Bir taraftan Şarki Akdeniz’de M.Ali Paşa’nın nüfus kazanması ve Akkerman Anlaşması ile Türkiye ve Yunan meselesini Rusya’nın kendi menfaatine halletmeye çalışması sırasında İngiltere’de boş durmamış Yunan devletinin teşekkülünde, Yunanlıların Rusya’ya olduğu kadar, kendisine de minnettar olmalarını istiyordu. Bu amaç doğrultusunda da I.Nikola’nın Çarlığını tebrik etmek manası ile İngiltere Rusya’ya General Vellinğton’u 1827’de gönderdi.
Öte yandan Osmanlı devleti 5 Haziran 1827’de Atina şehrini ele geçirmesi ile telaşa düşen Avrupa büyük devletleri Osmanlı devletine son bir darbe vurmak gayesi ile bir ittifak oluşturmaya karar verdiler. Bu birleşme Osmanlı İmparatorluğunu yıkamamış ama müttefiklere tarihin en utanç verici zaferini (!) kazandırmıştı.
İngiliz Amirali Cordrinğton komutasındaki müttefik donanma dostça bir ziyaret görüntüsüyle, Navarin Limanına girmiş, hiç beklenmeyen umulmayan, hatta ihtimal dahi edilmeyen bir kalleşlikle İngiliz, Fransız ve Rus gemilerinden mürekkep müttefik donanması Navorin’de 20 Ekim 1827’de Türk ve Mısır filolarını yakıp yok etti.
Bu facianın neticesinde 57 Türk gemisi ile 8000 Türk askeri sulara gömülmüş ve Avrupa devletlerinin bu zaferi ileride asıl Yunan istiklalini doğurmuştur.
Novarin olayı Yunan istiklalinin doğmasına büyük etki yapmış, bu çerçevede 3 Şubat 1830’da Yunan meselesini yeniden görüşmek üzeretoplanmış olan Londra konferansında büyük devletler,Yunanistan’ı
bağımsız bir krallık ilan eden protokolü imzaladılar.
Bu protokol Yunanistan’ın devlet şeklinin sınırlarının ve bağımsızlığının milletler arası seviyede belirlenmiş olması bakımından önem taşıyacaktır.
Osmanlı devletinin de tanımak zorunda kaldığı Yunan krallığının başına Kapodistrias geçmiştir. Üç büyük devletin donanmaları Yunan bayrağı çekerek onu 20 Ocak 1828’de selamlamıştır. Yunan devletinin iç düzeninin sağlanması için dış güçler ülkede bir çok siyasi parti kurdular. Amaçları Yunan devletini ayakta tutmaktı. Ancak ülkede iç düzeni sağlamak isteyen siyasi parti kadrosu birtürlü dinmiyordu. Bunun üzerine üç büyük devlet 1832’de Bavyera Wittelsbach hanedanından Prens Otto’nun Yunan tahtına getirilmesi hususunda anlaşmaya vardılar. Prens Otto 6 Şubat 1833tarihinde 3500 kişilik bir Bavyera askeri muhafız birliği ile Yunanistan’a geldi. Onun ilk başlarda ülkede sükun bir idare sürdüğünü ancak bir süre sonra mutlakiyet bir idare sürmesiyle 1843 yılı Eylül’de büyük bir halk topluluğu kraliyet sarayını kuşattı. Otto’ya karşı gelişen hareketin özünde Bavyeralı devlet idarecilerinin uzaklaştırılması ve ülke anayasalı bir düzenin gerçekleştirilmesi yatmaktaydı.
Prens Otto gelişen bu olaylar karşısında bir anayasa hazırlatma yoluna gitti. 20 yıl (1844-1864) süreyle yürürlükte bu anayasa kalmış, ancak bu meşrutiyet de ülkeye bir istikrar getirmemiştir. Fakat siyasiler bütün enerjilerini dahili problemlerden çok “megali idea” nın gerçekleşmesi yolunda harcamaktaydılar. Yunanlıların geçmişte yaşamış oldukları iddia edilen toprakları, büyük başşehir Konstantinupolis “İstanbul” başta olmak üzere ele geçirip eski Bizans’ı diriltmek ve iki kıtalı beş denizli büyük bir Yunanistan Kurma İdeali şeklinde tasavvur edilen meğali idea, Yunanca’da “büyük fikir” anlamındadır. Bu konuyla ilgili belli başlı iki unsur ise; Kilise ve XIX.yüzyıldan itibaren milliyetçilik fikridir.
“İki kıt’alı, beş denizli” ifadesiyle karaparçası olarak, Yunanistan ve Batı Anadolu, deniz olarak da, Karadeniz, Marmara denizi, Ege denizi, Akdeniz ve İyon Denizi kastedilmektedir. Bu iki akımın ortak hedefi İstanbul’dur. Ancak büyük Yunanistan ve Bizans’ı hangi tarihi sınırlara göre canlandırılacağı belirgin değildir.
1853-1856 Kırım Harbi’nin başlaması üzerine Yunan Krallığı Osmanlı Devletinin içine düştüğü zor durumdan faydalanarak topraklarını genişletmek maksadıyla ve Ruslardan teşvik görerek, Epir ve Tesalya Rumlarını ayaklandırmak için çete teşkilatı kurmuş ve bunları Osmanlı topraklarına sürerek kanlı faaliyetlere başlamışlardır.
İşte hal bu şekil olunca Babı ali, Atina’yı sert bir dille uyarmış ve Yunan subaylarının derhal geri alınıp cezalandırılmalarını, Türk topraklarına yapılan tecavüzlere kesin olarak son verilip sınıra riayet edilmesini istemiştir. Fakat Yunan hükümeti Rusya’dan ümidini kesmediği için uygun bir cevap vermedi. İngiliz ve Fransız hükümetlerinin de Osmanlı devletini destekleyerek Yunanistan’ı abluka altına alacaklarını bildirdiler.
Kral Otton bütün bu tedbirlere, hatta Yunanistan’ın abluka altına alınmasına aldırış etmeyince Pire Limanı Fransız-İngiliz birleşik kuvveti tarafından 1854 Mayıs ayı sonunda işgal edildi. Bunun üzerine Yunanistan tarafsızlığını ilana ve Osmanlı arazisine gönderdiği çeteleri geri çekmeye mecbur oldu.
1862 İsyanında Otton devrildi.; yerine bir Rus Prensesi ile evli Danimarka preslerinden Guillaume I.Yorgi adı ile Yunan tahtına geçti. Bu münasebetle ingiliz himayesinde bulunan yedi ada “Korfu, Paksos, Aya Movra, Serigo, İtaki, Kefalonya ve Zanta” sakinlerinde isteği ile Yunanistan’a hediye edildi. Osmanlı hükümeti’ de 8 Nisan 1865’te bu ilhakı tanımak ve mecburiyetinde kaldı.
Yunanistan’ın Avrupalı devletler sayesinde yedi adayı da kendisine katıp genişlemesiyle Yunan milliyetçiliğinin en üst seviyesine çıkmasına sebep oldu. Yunanlıların Girit’e göz dikmeleri de bu gibi olayların etkisiyle oluşmuştur.
Öte yandan Girit Rumları, kendilerini mağdur durumda göstermek için, 14 Mayıs 1866’da Osmanlı Padişahına başvurarak ıslahat istediler. Hemen bir süre sonra, Yunanistan’ın da teşviki ile 2 Eylül 1866’da, Girit’in Yunanistan’a katıldığını ilan ettiler. İsyancılar, Müslüman halka ve hatta kendilerine katılmayan Rumlara saldırdılar, evlerini yaktılar ve eşyalarını yağma ettiler.
Bu vahşeti örtmek isteyen Yunan basını, Avrupa kamu oyuna güya Türklerin adada katliam yaptığı propagandasını nakletmişti. (40)
Girit’te isyanın bastırılması için önce Ömer Paşa burada pek başarılı olamadı. Avrupa devletleri “Prusya, İtalya,Rusya ve Fransa” 9 Haziran 1867’de Osmanlı hükümetine bir nota ile Girit’te bir muhtariyet kurulmasını önerdiler. Bu öneri karşısında Girit’e daha fazla müdahaleyi önlemek için, Osmanlı hükümeti Sadrazam Ali Paşayı bizzat gönderdi ve halka birtakım imtiyazlar vermek suretiyle meseleyi halletmiştir.
Osmanlı hükümeti de verilen imtiyazla Girit’te 1868 tarihli ıslahat fermanı yayınlandı. Bununla beraber Ali Paşanın uyguladığı esaslı tedbirlerden sonra 24 Şubat 1868’de İstanbul’a döndü.
Ali Paşa tarafından Girit’te ilan edilen esaslı ıslahat ve muhtariyet Giritlilerin çoğu ile batılıları memnun ederken, bir kısım isyancılar ile Yunanistan’ı tatmin edememişti. Çünkü bunların asıl maksadı Girit’te ıslahat yapmak değil, adayı doğrudan doğruya Yunanistan’a katmaktı. Bu amaçla da Yunanistan bir taraftan savaş hazırlığı yaparken diğer yandan da isyanda bulunan Giritli ahaliye kaçakçılık yolu ile de cephane yardımı yapmıştır. Bunlarda yetmiyormuş gibi, Atina’daki Giritli göçmen Hıristiyanlar Yunan bayrakları açarak Türk elçilik binası önünde düşmanca gösterilerde bulundu.
Bu durum üzerine Babıali 1868 tarihinde Türk elçisini geri çağırdığı gibi Yunanistan’a bir ültimatom vererek Türk limanlarını Yunanlılara kapadı. Yunan elçisini ve yunan uyruklu olanları sınır dışına çıkardı.
9 Ocak 1869’da Paris’te toplanan konferansta Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya, Prusya, Rusya ve Osmanlı devletinin katılmasıyla müzakerelere geçildi. Burada değerli devlet adamı Ali Paşanın üstün kabiliyeti sayesinde Türk tezini tuttular ve Yunan tarafının muhalefetten vazgeçmesine kararında kabulüne karar verdiler “18 Şubat 1869”.
Girit meselesi böylece başarıyla sona ermiş, Osmanlı-Yunan münasebetleri yeniden kurulmuş ve Osmanlı devleti Girit’te muhtariyet planını uygulamaya devam etti.
a. Halepa Fermanı Ve Yunanistan’a Toprak Verilmesi
Girit Rumları,1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, devletin içine düştüğü zor durumdan yararlanmak amacıyla, Yunanistan’ın da teşviki sonucunda,yeniden isyan etmişlerdi. Bu durumda Babıali 1878 Berlin Andlaşması’ndan hemen sonra, başta İngiltere ve büyük devletlerin baskısıyla Girit sorununu çözümlemek için 9 Eylül 1878’de Komiser unvan göreviyle Gazi Ahmet Muhtar paşa’yı Girit’e gönderdi. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hanya yakınlarındaki Halepa’da,İngiliz Konsolosu’nun da katılmasıyla asilerin temsilcileriyle 23 Ekim 1878’de görüştü. Halepa sözleşmesinde 20 Kasım 1878’de imzalandı. Bu Fermanda Girit halkına verilen hakların esasları şöyleydi:
1) Girit Valisi beş yıl süreyle atanacaktı. Valinin bir yardımcısı bulunacaktı. Vali Müslüman ise Yardımcısı Hıristiyan, Hıristiyan ise Yardımcısı Müslüman olacaktı.
2) Girit Genel Meclisi, 49 Hıristiyan, 31 Müslüman üyeden meydana gelecek, aldığı kararlar Osmanlı kanunlarına aykırı olmayacaktı.
3) Hıristiyan kaymakamlar, Müslüman kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı.
4) Girit’te Türkçe’nin yanında Rumca da resmi dil olarak kabul edilecekti.
5) Vergi gelirlerinin yarısı adanın kamu hizmetlerine harcanacak, eğer adanın geliri giderlerini karşılayamayacak olursa, devlet yardım edecekti.
Halepa sözleşmesi, 1878 Berlin Antlaşması’nın ve o günlerde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor koşulların sonucunda, zorunlu olarak yapılmıştır. Bu antlaşma ile Girit Rumlarına büyük bir taviz verilmiş, bağımsızlıkları için adeta bir zemin hazırlanmıştı. Öte yandan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı neticesinde imzalanan Berlin Antlaşmasının 24.maddesi gereğince Yunanistan lehine İstanbul’da büyük devletler ve Babıali arasında 21 Temmuz 1881’de Tesalya ile Yanya ilinin Narda kasabasını Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldı.
Sonuçta Yunanistan bir savaşa katılmadan ve başarı kazanmadan, diplomatik yollardan büyük devletlerin çabası ve baskısı ile Osmanlı Devletinden bir parça toprak ele geçirerek, sınırlarını genişletmeyi başardı.
Girit adasında, 1878 Halepa Fermanı ile kurulan statüde, Rumlara geniş haklar verilmişti. Fakat bu, onları memnun etmemişti. Çünkü onların amaçları adanın yönetiminde daha etkili olabilmek ve adayı Yunanistan’a bağlamaktı. Bu nedenle de, 1878’den itibaren, bu amaçlarına ulaşabilmek için uygun bir ortamın çıkmasını beklemeye başlamışlar ve bu arada bazı girişimlerde bulunmuşlardı. Bunlardan biride Balkanlarda çıkan Osmanlı-Bulgar çekişmesi sonucu ortaya çıkan buhranı fırsat bilen Yunanlılar, Girit Rumlarını kışkırttılar. Bundan başka adayı tekrar kendilerine katma teşebbüsünde bulundular. Girit Rumları, Halepa fermanının ada da iyi uygulanmadığını ileri sürerek 1888’de bir isyan çıkardılar. Ada da yaşayan Türk halkına büyük baskılar yaparak evlerine, mallarına el koydukları gibi can ve namuslarına da dokundular. Bu durum karşısında Babıali, Girit’e asker gönderdi ve isyanı batırdı. Arkasından da Ekim 1889’da, Girit Valisinin yetkilerini çoğaltarak, Halepa fermanı ile verilen bazı hakları kaldırdı. Girit’te bu olaylar Cereyan ederken Yunanistan Bulgar olayını fırsat bilerek Girit, Epir ve Güney Makedonya’yı kendisine katmak amacıyla Osmanlı sınırına asker yığdı.
Avrupalı büyük devletler Balkanlarda yeni bir bunalım çıkmasını istemediklerinden Yunanistan’a baskı yaparak, askeri girişimlerine son vermesini istediler. Bu arada, Teselya’ya hücum eden Yunan askeri birliğini, Osmanlı kuvvetleri püskürttü.
Bu başarısızlık karşısında Yunan Hükümeti, büyük devletlerin de isteğine uyarak, bir kısım askerini terhis etti. Bunun üzerine de, Haziran 1889’da, büyük devletler deniz kuşatmasını kaldırdı. Böylece, devletler arası politikanın sonucu olarak, Yunan emelleri bir süre frenlenmiş ve yeni bir Osmanlı-Yunan bunalımının çıkması önlenmiş oldu.
Halepa Fermanı’nın uygulanmasını yeniden isteyen Girit Rumları 1895’te bir isyan daha başlattılar. Aynı zamanda Türk – Rum çatışması adanın her tarafına yayıldı. Yunanistan’da adaya yeni bir çıkartma hazırlığına girişti.
Diğer taraftan Girit Rumları Avrupa basınına Türkler ada da zulüm yapıyorlar iddiasında bulundular. Bu propagandanın etkisiyle Avrupalı devletler Girit işine tekrar karıştı ve Rusya’nın teklifi ile Halepa uzlaşmasının yeniden yürürlüğe konmasını istediler.
Osmanlı devleti Avrupa’nın baskısı ile Halepa Fermanını yürürlüğe koyduğunu açıkladı. Ancak Girit Rumları, bununla yetinmeyip yeniden ayaklandılar. Öte yandan ada da bulunan Türk toplumu da Babbıaliye kızdı ve 4 Şubat 1897’de ayaklandı ve böylece ada da savaş başlamış oldu. Girit olayları İstanbul’da ve Atina’da büyük heyecan doğurdu. Bu heyecanı Avrupalı devletlerin fark etmesi pek gecikmedi ve Yunanistan’ı uyardı. Fakat bu uyarılara Yunanistan pek aldırmadı ve bir taraftan Girit’e asker gönderirken, bir taraftanda Yunan ordusunu seferber hale getirip, Teselya sınırına yığınak yaptı. Öte yandan Osmanlı – Yunan ilişkilerinin yeniden gerginleşmesi ve bir savaş rüzgarlarının esmesi ile İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya devletleri,Girit’e ortak bir donanma göndermeye karar verdiler. Böylece Girit sorunu devletler arası bir sorun halini aldı.
Bu önlemler ve baskılara rağmen, Yunan prensi Yorği’nin komutasındaki bir savaş filosu, 10 Şubat 1897’de Girit sularına geldi. 14 Şubat 1897’de de Albay Timoleon Vassos bir Yunan birliği ile Hanya yakınlarında karaya çıkarak, Girit’in Yunanistan’a bağlandığını ilan etti.
Osmanlı devleti olayı şiddetle protesto etti. Avrupalı büyük devletlerde, Yunanistan’a bu hareketlerinden vazgeçmesini aksi takdirde kendilerinin harekete geçeceklerini bildirdiler ve Yunan Amirali Vassos’a Girit’ten çıkmalarını istediler. Bu öneri reddedilince, 21 Mart 1897 sabahından başlamak üzere adayı abluka altına almaya karar verdiler.
Büyük devletler kamu oyuna Girit’i kuşattıklarını ve adada özerk bir yönetim kurulduğunu açıkladılar. Ertesi günde, adaya asker çıkartarak, Girit’i geçici olarak işgal ettiler. Böylece adada yeni bir statü kurulmuş ve Yunan istekleri o anlık önlenmiş oldu. Daha sonra Avrupalı büyük devletler Hanya, Resmo, Kandiye, Suda ve Sitia liman şehirlerine gönderdikleri taburlar tarafından işgal edildi. Hanya kalesindeki Türk bayrağının yanına büyük devletlerin bayrakları da çekildi.
Aynı zamanda devletler,adayı ellerine “emanet olarak” teslim aldıklarını resmen beyan ettikleri gibi kendi işgal kuvvetlerine de adada bulunan Türk askerleri ile müşterek hareket etmelerini emrettiler.
Öteyandan adanın kapıları Yunanlılar’ a kapanmış olmasından dolayı Yunan halkı acı çekmekteydi. Onlar için artık Türklerle Girit’te mücadele edilemeyecekti. O halde onlar için yapılabilecek tek şey Makedonya, Epir topraklarında çarpışmayı göze almaktı. Diğer taraftan, savaşın bu bölgede yapılmasında iki devletinde kendisine göre hesapları vardı. Şöyleki:
Osmanlı Devleti, Orta Yunanistan’da kazanacağı bir savaşla, 1881’de Batılıların baskısı ile Yunanistan’a vermek zorunda kaldığı Teselya’yı geri alabilir ve doğrudan Atina üzerinde baskı yaparak, Girit sorununu kendi lehine çözümleyebilirdi.
Yunanistan’ın hesabı ise, kazanacağı savaşla, daha önce göz diktiği Kuzey Yunanistan bölgesi ile Makedonya’dan toprak alabilir, Girit ve bazı Eğe adalarının kendisine katılmasını Osmanlı devletine kabul ettirebilir, böylece de Meğali idea’yı büyük ölçüde gerçekleştirebilecek ve Yunanistan da zafer elde edecekti.
Balkan devletleri ise, “Bulgaristan, Sıbistan ve Avusturya” Yunanistan’ın bu bölgede daha fazla büyümesini istemiyorlardı.
İngiltere ve Fransa tarafsız kalacaklarını bildirmişler. Hatta o dönemde Fransızların İstanbul elçisi “Cambon” Yunan elçisine bir harp olursa Yunanistan’ın yenileceğini ve bu suretle Helenizm’e vurulacak darbenin belki tamir edilemeyecek derecede ağır olacağını anlatmaya çalışmıştır.
Dünya politikasını yeni yeni gütmeye başlayan Almanya ise, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana idi.
Rusya ise, Avrupalı büyük devletlere karşı gelemeyeceği gibi Balkanlarda da Bulgaristan ve Sırbistan’a göre Yunanistan’ın daha fazla büyümesiyle bir dengesizlik olacağı endişesinden dolayı çekimser kaldı.
Öte yandan Nisan 1897 başında, Yunan subayları komutasındaki gönüllü Yunan birlikleri Makedonya’yı ayaklandırma amacıyla Osmanlı sınırlarına silahlı saldırılarda bulundu.
Osmanlı Devleti de 18 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş ilan etti. Tarihlerimizde “313 Muharebesi” denen Türk-Yunan savaşı bu şekilde başlamış oluyordu.
Osmanlı-Yunan savaşı, bu ortam içerisinde 18 Nisan 1897’de fiilen başladı. Türk ordusu Müşir Ethem Paşa komutasında, Yunanlıları arka arkaya yenilgiye uğratarak, Yenişehir ile Tırhala’yı ele geçirdi ve onları geri çekmeye mecbur bıraktı. Yunan Başkomutanlığı büyük kuvvetlerini Dömeke’de toplamıştı. 17 Mayıs 1897 günü yapılan bir günlük çetin bir muharebe ile Dömek’e zapdedildi. Türk ordusu için artık Atina yolu açılmıştı. Böylece Ethem Paşa kumandasındaki Türk orduları Yunanlılara gereken dersi verdi.
Öte yandan bu durum Atina’da büyük bir korku ve panik yarattı. Çünkü, ortada Türk ordusunu durduracak bir Yunan kuvveti kalmamıştı. Bu yenilgi ve mağlubiyet üzerine Yunanistan’da hükümet değişmişti. Atina’daki halk kralı suçlu görüyordu. Yeni hükümet hemen büyük devletlerin aracılığını istedi ve 10 Mayıs ‘tada Girit için özerklik rejimini kabul etmeyi taahhüt etti. Yani Yunanistan Girit’in ilhakından vazgeçiyordu. Büyük devletler İstanbul’a savaşı durdurması için başvurmuşlar, ancak bir netice alamamışlardı. Bu sefer Yunanlıların isteği ile Rusya araya girmiş ve İngiltere’nin baskısı ile de Osmanlı Devleti savaşı durdurmayı kabul etti ve 21 Mayıs 1897’de mütareke imzalandı.
Yapılacak barışın esaslarını saptamak üzere, 3 Haziran 1897’de İstanbul’da bir konferans toplandı. Burada Osmanlı Devleti temsilcileri ile Yunanistan’ı temsil eden Avrupa büyük devletler temsilcileri arasında yapılan müzakereler sonucunda 18 Eylül 1897’de barışın esasları, yani ön barış tespit edildi. Barış ise, 4 Aralık 1897’de İstanbul’da imzalandı. Bu barış antlaşmasıyla Osmanlı devleti kan pahasına geri aldığı Teselya’yı Yunanlılara geri bırakıyordu. Buna göre de;
1) Türk Ordusu tarafından ele geçirilmiş olan Teselya, küçük sınır değişiklikleri yapılmak koşuluyla, Yunanistan’a geri verilecek, sınır savaştan önceki duruma getirilecekti.
2) Yunanistan Osmanlı Devletine 4 milyon lira savaş tazminatı, ayrıca savaş sırasında halka verdiği zararlara karşılık 100 bin lira tazminat ödeyecekti.
3) Osmanlı Devleti, savaş tazminatının ödenmeye başlamasından bir ay sonra, Teselya’yı boşaltacaktı.
Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti büyük devletlerin baskısıyla yapılan bu antlaşma ile, kazandığı büyük askeri başarıya rağmen, savaştan sağlamak istediklerini gerçekleştiremedi. Bununla beraber bu savaş, Osmanlı Devleti’nin bir süreden beri gittikçe azalan itibarını çoğalttı.
Savaş sırasında Almanya’nın izlediği politika ve Osmanlı ordusundaki yaptığı düzenlemelerle imparatorluk üzerinde nüfusunu daha da geliştirdi.
Yunanistan, bu yenilgi üzerine, Makedonya ve Girit üzerindeki isteklerinden vazgeçmek veya ertelemek zorunda kaldı. Ancak bütün bunlara rağmen Yunanlılar, Meğali idea’dan vazgeçmediler.
Osmanlı-Yunan savaşının bitiminden ve İstanbul antlaşmasından ondört gün sonra Avrupalı büyük devletler 18 Aralık 1897’de Girit adasını Osmanlı egemenliğinde özerk bir konuma getirdiklerini açıkladıkları gibi Türk askerlerinin adadan çekilmesini istediler. Böylece Girit sorunu, Osmanlı Devletinin ve Ada Türklerinin aleyhine yeni bir şekil almış oldu.
Babıali ise; bu durumun aksine son savaşın kendisine sağladığı prestijden de yararlanarak, Girit’e daha fazla asker göndererek adadaki olayları yatıştırmak ve adayı daha güçlü bağlarla kendisine bağlamak istiyordu. Ancak dört büyük devlet “İngiltere, Rusya,Fransa ve İtalya” Osmanlı askerinin adaya çıkmasına engel oldular. Bu son gelişmeler üzerine Kandiye’de 6 Eylül 1898’de çıkan olaylarla Türkler, İngiliz işgal kuvvetlerine ve Rumlara karşı harekete geçtiler. Bu olaylar ise, Etniki Heteria’nın bir oyunuydu. Sonuçta Türk askeri, İngilizlerle çarpışmak zorunda kaldı.
Yapılan mücadeleler sonu büyük devletler Babıali’den Girit’teki askerini ve memurlarını bir ay içinde adadan çekmesini istediler.
Osmanlı Devleti’ de ada üzerindeki egemenliğinin kalkacağı anlamını taşıyan bu öneriyi reddetti. Ancak buna pek aldırmayan İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya 5 Kasım 1898’de Osmanlı askerini ve memurlarını zorla çıkardılar. Bu olayların gerçeğinde ise, başta İngiltere olmak üzere bu devletler, silah gücüyle Girit sorununu Yunanistan lehine çözümlemekti. Sonuçta başta Osmanlı Devleti Almanya ve Avusturya olmak üzere yaptıkları protesto ve itirazlarına rağmen mağlup Yunanlılar, Yunan prensi Yorgi’nin Girit Valiliğine tayin edilmesi suretiyle mükafatlandırıldılar.
Öte yandan Babıali Yunan Prensi Yorgi’yi Girit Genel Valiliğine atamak zorunda kalmasından sonra, büyük devletlerin askeri birlikleri ve donanmalarının büyük bir kısmı Girit’i terk etti. Görünüşte ada da Osmanlı egemenliği devam etmekle beraber, gerçekte Girit Yunanistan’a fiilen bağlanmış oldu. Daha sonra Venizelos tarafından hazırlanan bir anayasa, 1899 yılında toplanan kurucu Meclis tarafından kabul edildi. Anayasaya göre, bir meclis ve Prense yardımcı olmak üzere dördü Hıristiyan, biri Müslüman olan, bir yürütme kurulu meydana getirildi. Ayrıca ada için bir bayrak, posta pulu ve İtalyan subayları nezaretinde Giritli polis teşkilatı da yapılan bu değişiklikler arasında idi. Görünürde bu yönetim,Yunanistan’dan ayrı, buna karşılık Osmanlı Devletine bağlıydı. Ama gerçekte ise; Yunan etkisi altında adeta bağımsız bir devlet kurulmuştu.
Yunan Prensi Yorgi Girit adasında bir süre Valilik görevini yaptığı süre içinde Girit’i 1991 yılında Yunanistan’a bağlamak istediysede,buna Avrupalı büyük devletler mani oldu. Bir müddet sonra Yorgi yönetiminden memnun olmayan halkın 1905 yılındaki Ekim ayında eski nazırlardan Zaimis, ada üzerindeki hükümranlık hakları değiştirilmeksizin yüksek komiser olarak tayin edildi. Bu durum, Girit’in Yunanistan’a ilhak teşebbüsünün yeniden tazelendiği 1908 yılına kadar devam etti.
2.Rusya’nın Faaliyetleri
18.Yüzyılda başlayan ve Ortodoks istiklali ile Bizans imparatorluğunun yeniden canlandırılması, gizli faaliyetler, 1814’de yine Rusya’da güçlendirilmek istenmişti. Odesa’da örgütlenen Etniki Heteria, 1821 yılında ilk defa Mora isyanını düzenledi. Aynı yılın Temmuz ayında Girit’te İsfakiye ve Hanya şehrinde ayaklanma başladı. Bu ayaklanmaların hedefi Mora ve Girit’i Yunanistan’a bağlamaktı. Örğütün Genel Başkanı Rus Çarının aslen Rum olan yaveri Aleksandre Psilenti idi. Babası İstanbul’dan kaçarak Rusya’ya sığınmıştı. Rumlar Türkiye dışında değil, İstanbul’da da Rum zenginlerinin iştiraki ile isyanlara hazırlanıyordular. Bundan birini Hanya isyanı oluşturdu.
Hanya isyanı, Giritlilerin hesabına çok acı idi. Çünkü halkın yüzde doksanından fazlası Türk idaresinden memnundu. Fakat Yunan istiklali için yabancı tahriki ile halkı zorla ve tehdit ile kışkırtanlar, adayı yine kana boyamakta idiler.
Türkiye Hanya isyanını bastırmaya Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ile oğlu İbrahim Paşayı memur etti. Girit Valiliğide kendisine verildi.
Girit’in işgalinden sonra başlayan dış teşvikler 1821’de ilk meyvesini vermiş, isfakiye ve Hanya ayaklanmıştı. Bu devrede birçok olaylar birbirini kovaladı. Cezayir Fransızlar tarafından işgal edildi. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyan ederek Konya’ya dayandı ve Nizip bozgununu doğurdu.
Osmanlı devleti 24 Haziran 1839’daki Nizip mağlubiyetinden sonra İstanbul’da taht değişikliği olmuş, tahta Abdülmecit geçmiştir. Osmanlı devletinin bu karışık durumundan istifade etmek isteyen başta Rusya, daha önce Çar I. Petrodan beri Karadeniz’i bir Rus gölü yapmak ve İstanbul’u alıp boğazları ele geçirerek Akdeniz’e ilerlemek düşüncesindeydi. Bu amaçla önce Osmanlı donanmasını zayıflatmak ve yok etmek amacıyla 20 Ekim 1827’de Novarinde İngiliz ve Fransız donanmalarının ortak hareketi ile Türk ve Mısır filolarını yaktılar.
Rusya, İngiltere ve Fransa’nın bu ortak hareketi ile Yunanistan’ın ilk bağımsızlık kazanmasında büyük etki yapmıştır.
Öte yandan 26 Nisan 1828’de başlamış olan Osmanlı-Rus harbi ile zayıflamış olan Osmanlı devletine 9 Temmuz 1829’da Rusya, İngiltere ve Fransa ortak bir nota ile Siklat ile Mora adalarında bir Yunan hükümeti kurulmasını istediler.
16 Kasım 1829’da imzalanmış olan Londra protokolü gereğince Yunan hükümeti üç büyük devlet tarafından resmen himaye altına alındı. 3 Şubat 1830’daYunan meselesini yeniden görüşmek üzere toplanmış olan konferansta büyük devletler Yunanistan’ı bağımsız bir krallık ilan eden protokolü imzaladılar. Bu protokol Yunanistan’ın devlet şeklinin, sınırlarının ve bağımsızlığının milletler arası seviyede belirlenmiş olması bakımından önem taşımaktadır.
Rusya Balkanlarda Yunanistan’ın bağımsızlığını sağladıktan sonra, diğer azınlıkları kışkırtmaya başladığı gibi Girit’teki Rumları da kışkırtıyor, adanın Yunanistan’a bağlanmasını istiyordu. Bu faaliyetlerini gizliden gizliye yürütüyordu.
1862 Yunan isyanında Kral I. Othon’un devrilmesi ve Danimarka Prenslerinden Guillaume’un I.Yorgi adı ile Yunan tahtına geçmesinden faydalanılmış; 29 Mayıs 1864’te Rusya, Fransa ve İngiltere’nin himayesine geçen, Yunan denizindeki yedi ada ve bu ada sakinlerinin isteği ile Yunanistan’a hediye edilmiştir. Osmanlı hükümeti de 8 Nisan 1865’te bu ilhakı tanımak mecburiyetinde kalmıştır.
Girit Osmanlı idaresi altında kaldığı müddetçe Rusların bir çok defa teşvikleriyle Osmanlı devletine karşı isyan etmişlerdir. Bunlardan biri de 1866’da olmuş ve Osmanlı devletini bir hayli uğraştırmıştır. Hatta sadrazam Ali Paşa bizzat Girit’e giderek genel af ilan etti. Bu ilan ile isyana istemeyerek katılmış bulunanlar itaat etmek zorunda kalmışlardı. Ele başlarıyla yapılan görüşmelerden ise, Osmanlı devleti beklediği derecede bir başarı ve fayda elde edememişti. Çünkü isyancıların istekleri bitmek bilmiyordu. Neredeyse asilerin istekleri adayı Yunanistan’a bağlayacak boyuttaydı.
Bütün bu olaylardan sonra Girit Meclisinden Ali Paşa tarafından 14 Şubat 1868 tarihinde adanın yeni düzenini bildiren bir ferman okundu. (62) Bu ferman hicri yıla nispetle 1284 fermanı diye anıldı.
İstanbul’da Lübnan örneğine göre, hazırlanmış bulunan bu fermanın esaslarını açıkladı. Buna göre: vergiler önemli ölçüde azaltılacak; valinin yanında biri Müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki danışman bulunacak; yerel ve genel meclisler kurulacak bunların üyeleri Müslüman ve Hıristiyanlardan seçilecek; ada gerektiği kadar sancaklara ayrılacak ve bunların başına getirileceklerin yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan olacak; adada resmi yazışmalar Türkçe ve Rumca olmak üzere iki dilde yapılacaktı. Böylece Girit’e özerklik veren bir yönetim şekli getirilmiş oldu. Ali Paşa, 28 Şubat 1868’e kadar ada da kalarak, yeni düzenlemeyi uygulamaya koydu. Bu girişimler sonucunda Girit isyanı yatışmaya başladı.
Ne var ki, Sadrazam Ali Paşa’nın Girit’te tespit ettiği bir gerçekte, Girit Rumları’nın Yunanistan’dan ve Rusya’dan yardım gördükçe asilerin silah bırakmayacakları idi. Bu nedenle de özellikle Rusya’nın ve İngiltere’nin güdümünde olan Yunanistan durdurulmalıydı. Babıali bu sebeple 4 Aralık 1868’de Yunanistan’a bir nota verdi. Ancak yeterli bir cevap alamadı. Çünkü onların arkasında her zaman olduğu gibi Rusya bulunuyordu. Ancak Osmanlı devleti 16 Aralık 1868’de Yunanistan’la diplomatik münasebetlerini kesti.
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında savaş rüzgarlarının esmesi Avrupa’da büyük heyecan uyandırdı. Hemen devreye Rusya’nın teklifi ile Fransa girdi ve savaşı önlemek için 9 Ocak 1869’da Paris’te “Türkiye, Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya Prusya ve Rusya’nın iştiraki ile konu yeniden ele alındı. Osmanlı devleti kendisinin toprak bütünlüğünün ve Girit’teki sorunlarının görüşülmemesi şartı ile teklifi kabul etti. Yapılan müzakereler sonucu Avrupalı büyük devletler durumu pek uygun görmediklerinden ve bu hali ile Yunanistan’a açılacak bir savaşta büyük kayıplara uğrayacağından, Osmanlı devleti haklı göründü ve ortak bir deklarasyonla Yunanistan’a konu bildirildi. Yunanistan’da, Girit meselesini geçici olarak askıya aldı.
Öte taraftan Rusya, daha önce Kırım Muharebesi sonucunda akdedilen “Paris muahedesi” ile Karadeniz tarafsız bir duruma getirilmişti. Bu yönü ile Rusya, Osmanlı devleti ve bu deniz kenarında bulunan devletler donanma ve tersane bulundurmayacaklardı. Böyle bir antlaşma hiç şüphe yok ki Rusya’nın aleyhine idi.
Esasen böyle bir karar ise, Avrupalı devletler tarafından Rusya’nın Güneye doğru ilerleyişini durdurmaktı. Bu muahede Rusya’nın Karadeniz’de elini kolunu bağlarken, Abdülaziz döneminde Türk filosu ve donanmasına büyük ehemmiyet verilmesi ile bu donanma İngiltere’den sonra ikinci derecede güçlü olmuştur. Bu yönü ile de Rusya’yı ürkütmekte idi.
Rusya, Paris muahedesi ile Karadeniz’deki haklarını kaybettiği gibi, aynı zamanda Küçük Kaynarca, Bükreş ve Edirne muahedeleriyle de Osmanlı tebası olan Ortadokslar üzerinde elde ettiği siyasi himaye haklarını da kaybetmişlerdi. Bunun içinde Rusya, bu muahedeyi hükümsüz bırakmak için Osmanlı devletinin her zayıf anında istifade etmeye çalışmıştır. Hatta Avrupalı devletlerin müşkül durumlarını takip edip, fırsatları değerlendirmek için uğraşıyordu. Buna örnek ise; Fransa’nın Prusya’ya yenildiği 1870-1871 muharebesidir.
Kral I.Yorgi döneminde Osmanlı –Yunan ilişkileri gerginleşmiş ve Girit isyanları yeniden patlak vermişti. Böyle buhranlı bir dönemi çok iyi kollayan Rusya, Girit Rumlarını korumak ve 1856 Kırım harbindeki Karadeniz haklarını kısıtlayan muahedeyi kaldırıp, bozmak için Türkiye’ye savaş ilan etti. Tarihte “93 Harbi” diye geçen bu savaşta Osmanlı devleti çok zor bir duruma düştü. Sulh istemek zorunda kalan Osmanlı devleti ile Rusya arasında 1878’de Ayastefanos Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre Rusya, Girit adasında ıslahat yapılmasını ve uygulanmasını isteyen bir madde koydurttu. Bu madde ise; devletler arası bir nitelik almasına neden oldu. Bu da ada üzerinde İngiliz – Rus rekabetini doğurdu.
1878 Ayastefanos Antlaşması arkasından toplanan, Berlin kongresi ile Rus istek ve faaliyetlerini önlenirken, Yunanistan’a toprak avantajları sağlamıştır. 1861’de İtalya’nın 1871’de de Almanya’nın milli birliklerini sağlayıp, Avrupa sahnesine çıkmasıyla Rusya, benimsemiş olduğu “panslavizm” ideolojisi doğrultusunda, kendi yayılma politikasına ağırlık vermeye başlamıştır. Öte taraftan Babıali, 1878 Berlin Antlaşmasından hemen sonra Girit Hıristiyanlarının İngiltere’ye başvurmaları ve bu devletin diğer büyük devletlerle beraber baskı yapılması üzerine, Girit sorununu çözümlemeye karar verdi. Bu amaçla, 9 Eylül 1878’de, olağan üstün komiser unvan ve göreviyle Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı Girit’e gönderdi.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa,Hanya yakınlarındaki Halepa’da, İngiliz Konsolosu’nun da katılması ve asilerin temsilcileriyle görüştü. Sonuçta, büyük devletlerin konsoloslarının kontrolünde, asilerle 23 Ekim 1878’de Halepa sözleşmesini imzaladı.
Halepa Antlaşmasına göre, adanın Valisi Rumlardan, Yardımcısı Türklerden seçilecek, meclisin 80 üyesinin 49’u Rum, 31’i Türk olacak, memurlar tercihen Rumlardan alınacak ve Türklerin yanında Rumca da resmi dil olacaktı.
Halepa antlaşmasının kurduğu düzen bir on yıl kadar sürdü. Bu arada İngiltere Rusya’ya karşı Girit üzerinde daha fazla üstünlük kurmak için 1882’de Mısır’a yerleşmiş ve Giritteki Rumları daha fazla kışkırtmaya başlamıştı.
Balkanlarda 1885’de Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a katılması Ermeni meselesinde olduğu gibi, Girit Rumları ile Yunanistan’ı hareketlendirdi. Bu atmosfer içinde 1889 Ağustosunda Girit Rumları Rusya ve Yunanistan’ın tahrikleriyle yeniden ayaklanıp Yunanistan’a bağlanmak istediler. Yunanistan da arkasına Rusya’yı alarak büyük devletlere başvurup,Girit’e müdehale edeceğini bildirdi. Avrupalı büyük devletler, Yunanistan’ın isteğini hoş karşılamadılar ve karşı çıktılar. Osmanlı devleti de bu durum karşısında 40.000 kişilik bir kuvveti adaya sevketti. Burada barış ve güvenliği sağladı. 1889 Aralık ayında çıkardığı yeni bi fermanla da, 1878 Halepa fermanını iptal ettiği gibi Girit meclisinide kapattı. Bu durumda bir altı yıl kadar sürdü. Fakat 1895 ilkbaharında İstanbul’da ve diğer vilayetlerde Ermenilerin ayaklanması ile Avrupalı devletler olaya hemen karıştılar ve donanmalarını İstanbul Boğazına göndermeleri ile de Avrupalı Osmanlılar aleyhine bir kampanya başladı. Bu durumu çok iyi değerlendiren Rumlar, 1895 yılı sonlarında tekrar ayaklandılar. Sebebi ise, Halepa antlaşmasına tanıdığı imtiyazları tekrar geri istemeleriydi. Olaya tekrar büyük devletler karıştı ve olayı çözümlemek için bir konferans yaptılar. Sonunda 1896 reformu, Halepa antlaşmasının tanıdığı imtiyazlar tekrar Rumlara iade ediliyordu. Girit’e beşer yıl süreli Hıristiyan Valiler tayin edilecek ve memuriyetlerin üçte ikisi de Rumlara verilecekti.
1896 Reformu ve statüsü Girit meselesine bir çözüm getirmedi.
Çünkü bir yandan Rusların, diğer yandan da Etnik-i Eterya Cemiyetinin de kışkırtmaları ile Girit Rumları tekrar 1897 yılı Şubatında ayaklandılar. Ve Girit’i Yunanistan’a kattıklarını ilan ettiler. Yunanistan’da bu katılmayı tanıdığı gibi buraya Yorgi komutasında bir donanma gönderdi ve Albay Vassos komutasındaki 2000 kişilik bir kuvvetle adayı silah gücüyle almaya kalktı.
Öte yandan Avrupalı devletler bu durumu pek iyi karşılamadılar. Bunun üzerine Yunanistan, asker ve donanmasını geri çekti. Avrupalı devletler adanın barışını ve güvenliğini sağlamak için her biri 600′er kişilik kuvvet gönderdiler. Ayrıca adaya çok geniş bir muhtariyet verildi.
Yunanistan’da halk bu durumu pek hoş karşılamadı. Çünkü halk Osmanlı Devletine savaş açılmasından yana idi. Aslında Yunanistan’ı hükümet değil içte Etniki Eterya Cemiyeti, dışta da Rusya yönetiyordu. Bunların yoğun kışkırtmaları sonucu Yunanistan 1897 Nisanında, Yunan subayları komutasındaki gönüllü askerler Makedonya’yı ayaklandırmak için Osmanlı sınırlarını silah zoruyla geçmek isteyince Osmanlı Devleti Yunanistan’a savaş ilan etti. 17 Nisan – 18 Mayıs 1897 tarihleri arasında meydana gelen Osmanlı Yunan savaşı Türklerin kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Özellikle Dömeke Meydan muharebesinin ardından Atina yolu Türk birliklerine açılmıştı; Ne varki bu defa Rusya araya girerek Türklerin ileri harekatına engel oldu. Rus Çarının Sultan II.Abdülhamit’e bir telgraf göndererek savaşın durdurulmasını istedi. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti, savaşı durdurmak zorunda kaldı ve 20 Mayıs 1897’de de Yunanistan ile savaş sırasında işgal ettiği yerler elinde kalma koşuluyla ateşkeş antlaşması imzaladı.
Yunanistan’ın yenilgisi Girit Rumlarını daha saldırgan hale getirdi ve 1897 yılı sonbaharında Rumlarla Müslümanlar arasında çarpışmalar arttı. Bu arada İngiliz askerleri ile Rumlar arasında çarpışmalar oldu. Bu durumu bahane eden İngiltere ve diğer devletler 1897 Ekiminde Osmanlı devletine bir ültimatom vererek kuvvetlerini adadan çekmesini istediler. Osmanlı devleti buna boyun eğmek zorunda kaldılar ve bütün askerlerini geri çekti. Ada, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’nın askeri işgaline bırakıldı.
Bir süre sonrada adaya Yunan Veliahtı Prens Yorgi Vali olarak tayin edildi. Artık Osmanlı devletinin hukuki bir sahiplikten başka ada ile fiili hiçbir bağı kalmamıştır.
Prens Yorgi’nin Valiliği sırasında büyük devletlerin Girit ile olan ilgileri tamamen kesildi. Girit’te 1899’da bir anayasa kabul edildikten sonra da, Yorgi 1901 yılının Haziran ayında adayı Yunanistan’a katmak istedi ise de, büyük devletler bunu önlediler. Bundan bir süre sonra 1905’te Yorgi yönetiminden memnun olmayan halkın baskısı üzerine, valilik görevinden alındı. Büyük devletler bu durum üzerine Yunanistan’dan buraya yeni bir vali atamasını istedi Yunanistan’da eski başbakanlarından Zaimis’i atadı. Böylece daha önceki olayların sonucunda, tam anlamıyla Yunan adası haline gelmiş bulunan Girit, görünüştede olsa Osmanlı Devletine bağlı kalmakta devam etti. Bu da 1908’de ikinci Meşrutiyetin ilan edilmesine kadar sürdü ve bu tarihte Girit sorunu yeni bir aşamaya girdi.
3.Osmanlı Devlet İdaresi’nin Girit Politikası
Osmanlı Devleti Sultan İbrahim döneminde ve Kızlar Ağası Sümbül Ağanın, Malta korsanlarınca kaçırılıp Girit adasında hazinesinin yağma edilmesi ve bu durumu da Girit’te bulunan Venediklilerin hiç umursamaması üzerine, Sadrazam Yusuf Paşanın telkinleri ile ilk fetih hareketlerine girişilmiştir. Bu fetih hareketlerinin ilkini Yusuf Paşa yapmış ve Hanya Kalesi fethedilmiştir. Yusuf Paşanın Sultan İbrahim tarafından idam edilmesinden sonra, Girit adasının fethi için Sadrazam Yusuf Paşanın oğlu Deli Hüseyin Paşa tayin edilmiştir. Girit adasına gelen Deli Hüseyin Paşa hemen fetih hareketlerine geçerek çok kısa zamanda Resmo kalesini feth etmiştir. Onun burada yaptığı mücadele, kahramanlık ve yiğitlik gerek yerli gerekse yabancılar tarafından övgü ile söz edilmiştir.
Girit adasının en güçlü ve kuvvetli olan kalesi Kandiye ise, önce Deli Hüseyin Paşanın saldırı ve kuşatmaları ile başlamıştır. Deli Hüseyin Paşanın vefatından sonra, Serdar-ı Ekrem olarak görevlendirilen Fazıl Ahmet Paşa Kandiye kalesini ve Girit adasını uzun süren kuşatmalardan sonra 1715 yılında adanın tamamen fethini gerçekleştirmiş ve Osmanlı sınırları içerisine katmıştır. Osmanlı Devleti, Girit adasında geleneksel politikasını uygulamış ve yerli ahalinin can, namus, mal, din, diline ve inançlarına hiçbir yasak koymadan, 150 yıl adilane bir politika gütmüştür.
Girit adası 1699 ve 1715 yılında Mora seferleriyle Osmanlı egemenliği altına girmesinden uzun bir süre sonra, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması ile bu adayı da kendi topraklarına katmak istemiştir. Bununla birlikte 1789 Fransız ihtilalinin yaymış olduğu milliyetçilik akımlarında ada da yavaş yavaş yerli halka milli bilinç’ in uyanmasına neden olmuştur. İşte bu gibi sebeplerle Girit’te yer yer ayaklanmalar olmuş ve Avrupa devletini de bu meselenin içine çekmiştir.
Osmanlı Devleti Rumların Yunanistan’a katılma isteklerini kabul etmemekle beraber, Avrupalı büyük devletlerin baskısı altında, 1868’de Girit için bir muhtariyet planı ilan etmişti.
Sultan Abdülaziz, Sadrazam Ali Paşayı Girit’e gönderdi. Sadrazam Ali Paşa, büyük Avrupa devletlerinin Türkiye’den koparıp Yunanistan’a vermek için can attıkları Girit’in durumunu yakından gördükten sonra 4 Ocak 1868 yılında ada da umumi af ilan etti. Buna göre yörede vilayeti iki yıl için vergiden muaf tuttuğunu açıkladı. 15 Şubat’ tada Girit’in yeni statüsünü bildiren fermanı bizzat okudu. Bundan böyle Girit Valisinin biri Rum olmak üzere iki muavini olacak, adanın 5 mutasarrıfı ve 19 kaymakamının yarısı Müslüman, diğer yarısı Hıristiyan devlet memurlarından tayin edilecekti. 3 Müslüman, 3 Hıristiyan yerli halktan seçilmiş altışar üyeli birer meclisi bulunacaktı. Bundan başka Türkçe’nin yanında Rumca da kullanılacaktı.
Öte yandan Ali Paşa, bu yeni statüyü uygulamakla, Müşir Hüseyin Avni Paşa’yı görevlendirdi. Hüseyin Avni Paşa, hem vali, hemde adadaki Türk kolordusunun kumandanı olacaktı. Ali Paşa, 4 ay 29 gün sonra, 29 Şubat 1868’de İstanbul’a döndü.
Ali Paşa tarafından Girit’te ilan edilen ve yürürlüğe konan esaslı ıslahat hareketi Giritlilerin çoğu ile batılıları memnun ederken, isyanın devamını isteyen bir kısım Rumlar ile Yunanistan’ı pek memnun edememişti. Çünkü bunların asıl maksadı Girit’te ıslahat yaptırtmak değil, adayı doğrudan doğruya Yunanistan’a katmaktı. Bu yüzden de Yunanistan gizliden gizliye Girit isyancılarına yaptığı yardımı arttırmıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi, Atina’daki Giritli göçmenleri kışkırtarak bunların Türk elçilik binası önünde bir takım düşmanca gösterilerine göz yumuyordu.
Bu onaylar üzerine Bâb-ı âli 2 Kasım 1868 tarihinde Türk elçisini geri çağırdığı gibi, 11 Kasım da da Yunanistan’a bir ültimatom vererek Türk limanlarını Yunanlılara kapadı; İstanbul’daki Yunan sefirine yol verildi; Yunan uyruklu olanlar sınır dışı edildi. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında esen, sert savaş rüzgarlarının farkına varan Avrupalı büyük devletler, araya girerek meseleyi barış yolu ile durumu bir düzene sokmak için Paris’te bir konferans hazırlamaya karar verdiler. 9 Ocak 1869’da toplanan konferansa Avusturya, İngiltere, Fransa, İtalya, Prusya, Rusya ve Osmanlı Devleti katıldılar. Yunanistan oy hakkı olmamak üzere müşahit olarak çağrılmıştı.
Müşahit olarak konferansa çağrılmayı kabul etmeyen Yunanistan gelmedi. Konferansta İngiltere, Avusturya ve Almanya, değerli devlet adamı Ali Paşanın üstün kabiliyeti sayesinde Türk tezini tuttular. Bunun üzerine Fransa muhalefetten vazgeçti ve böylece Girit ve Türk -Yunan buhranı bertaraf edilmiş oldu.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı Rusya lehinde cereyan ettiğini gören Yunanistan tekrar Girit’te ayaklanma çıkarmak için harekete geçti. Osmanlı Devleti bu zayıf anında meselenin büyümesini istemediğinden, 1878 Ekim ayı, Hanya yakınlarında Halepa’da Halepa Antlaşmasını imzaladı. Osmanlı Devleti bu anlaşma ile Giritli Rumların imtiyazlarını genişletmiş ve onlara muhtariyet hakkı tanımıştır. Avrupa devletleri konsoloslarının kontrolü altında yapılan anlaşmaya göre; umumi valinin memuriyet süresi beş yıl olacak, Umumi Vali Müslüman ise, müşaviri Hıristiyan, Vali Hıristiyan ise müşaviri Müslüman olacaktı. Genel Meclis’in 49’u Hıristiyan, 31’i Müslüman olmak üzere 80 üyeli olacak ve her yıl en az 40, en çok 60 oturum yapacaktı. Genel mecliste ve mahkemeler Rumca olacaktı. Ada gelirlerinden, adanın idari masrafları çıktıktan sonra, geriye kalan paranın yarısı İstanbul’a hazineye gönderilecek, diğer yarısı adanın okul, hastane, yol, liman vesaire gibi bayındırlık işlerine harcanacaktı.
Osmanlı Devleti, Halepa anlaşması ile Giritli Rumlara büyük bir taviz vermiş ve bağımsızlıkları için adeta bir zemin hazırlamıştı. Halepa anlaşmasının kurduğu düzen on yıl kadar burada sürmüştür.
Osmanlı Devleti Rusya ile 1877-1878 savaşı sonunda imzaladığı Yeşilköy “Ayastefanos” Antlaşmasının 15 maddesine göre, Osmanlı Devleti Girit üzerinde yapacağı muhtariyet ile uygulayacağı tedbirleri önce Rusya ya danışacak hükmü ile Girit üzerinde Rusya’nın da müdahale etmesine imkan vermiştir. Bu durum ise, Avrupalı devletlerini endişeye sevk etmiş ve bu barış antlaşmasını iptal ederek, yerine Berlin Antlaşmasını yürürlüğe koymuşlardır. Berlin Antlaşması’nın 24.ncü maddesi gereğince Yunanistan lehine yapılacak bir sınır düzeltmesi için Babıali ile büyük devletlerin İstanbul elçileri arasında İstanbul’da yapılmış olan konuşmalar sonucunda 21 Temmuz 1881’de 19 maddelik bir anlaşma ve aynı gün Yunanlıların İstanbul elçisi ile 18 maddelik bir anlaşma imzaladı.
Böylece Babıali, Teselya ile Yanya iline Narda “Arta” kasabasını Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldı. 1885 yılına gelindiğinde Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a katılması olayı Ermeni meselesinde olduğu gibi, Girit Rumlarıyla Yunanistan’ı hareketlendirdi. Yunanistan Bulgaristan’ın Makedonya’da genişleyip kuvvetlenmesinden korkuyordu. Öte yandan 1870 yılında Bulgarların Fener Rum Patrikliğinden ayrılıp ayrı bağımsız bir kilise kurmalarını Yunanistan hoş karşılamamıştı. Çünkü Makedonya Bulgarları doğrudan Bulgaristan’a bağlanmış oluyordu.
Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a katılmasıyla, Balkanların dengesi bozulmuş oldu ve Yunanistan’da Bulgarlara karşı kuvvetlenmek ve yeni topraklar elde etmek amacıyla Girit’i ele geçirmek istedi ve 1889 Ağustosunda Girit Rumlarını yine ayaklandırdılar. Girit Rumları Yunanistan’a katılmak istediklerini belirterek ada da silahlı çatışmalara giriştiler ve Müslümanları katletmeye başladılar. Buradaki Müslüman Türkler, evlerini ve topraklarını terk ederek şehirlere ve limanlara sığındılar.
Osmanlı Devleti Girit’te çıkan ayaklanmayı bastırmak amacıyla 40.000.kişilik bir kuvveti adaya sevk etti. Daha sonra da ada da barış ve güvenliği sağladığı gibi 1889 yılının Aralık ayında Girit’e Şakir Paşa’yı gönderdi. Daha sonra yeni bir fermanla da daha önce adaya verilmiş olan imtiyazlara bazı sınırlamalar getirdi. Bundan başka adanın mülki idaresi Şakir Paşa, Askeri idaresi de bir Türk kumandana verildi.
Girit Adası, Osmanlı Devletini en çok uğraştıran yerlerden biriydi. Bu yüzden Abdülhamit Girit’te sert tedbirler almak düşüncesiyle buraya bir kısım yeni kuvvetler gönderdi. Burada hala ayaklanmayı devam ettiren bazı bölgeleri baskı altına alarak, 1890 yılında adada bütün ayaklanmaları bastırdı ve çeteleri dağıttı. Bundan sonra da Osmanlı Devleti adada gayet sert ve otoriter bir yönetim başlattı. Hatta bu sıkı ve sert yönetimden Müslümanlar bile şikayete başladılar.
Bu durum altı yıl kadar sürdü. Fakat 1895 ilkbaharında İstanbul’da ve diğer vilayetlerde Ermenilerin ayaklanması, Büyük devletlerin Osmanlı Devleti iç işlerine karışması, hatta donanmalarını İstanbul önlerine göndermeleri ve Avrupa’da Osmanlı Devleti aleyhine bir kampanya başlatılması üzerine, 1895’te Girit Rumları yeniden ayaklandılar. Rumların Müslümanlara saldırması, iki taraf arasında silahlı çarpışmaların bütün adaya yayılmasına sebep oldu. Osmanlı Devleti, Rumların imtiyazlarının bir kısmını iade ettiyse de, Rumlar yatışmadılar. Yunanistan ise yine müdahaleye hazırlanıyordu. Bu sebeple, Avrupa devletlerinin işe karışması ile bir konferans toplandı ve bu konferansın 1896 Ağustosunda kabul ettiği reform projesini Rumlarda kabul etti. 1896 reformu, Halepa Anlaşmasının tanıdığı imtiyazları iade ediyordu. Bunlar Girit’e beşer yıl süreli Hıristiyan valiler tayin edilecek ve memuriyetlerin üçte ikisi de Rumlara verilecekti. Osmanlı, Yunanistan ve büyük devletler arasında en yoğun olan dönem 1896-1897 ve Girit sorunudur. Daha net olarak söylemek gerekirse, bu dönemde Girit sorunu, 1897 Türk-Yunan savaşının çıkış nedeni olmuştur.
1897 Şubatında Girit Rumları yeniden ayaklanıp, kendilerini Yunanistan’a kattıklarını ilan ettiler. Yunanistan, bu katılmayı tanıdığı gibi, Veliaht Yorgi komutasındaki donanmayı Girit sularına gönderdi. Daha sonra da Albay Vassos komutasında 2000 kişilik bir kuvveti adaya çıkardı. Yunanistan’ın amacı kuvvet zoru ile adayı ele geçirmek idi.
Öte yandan Avrupalı büyük devletler, Yunanistan’ın bu hareketini pek onaylamadılar. Çünkü Balkan devletlerinin de Makedonya üzerinde harekete geçmelerinden korkuyorlardı. Bu yüzden büyük devletler Yunanistan’a baskı yaparak asker ve donanmasını Girit’ten geri çektirdiler. Daha sonra da adada güvenliği ve barışı sağlamak için devletlerden herbiri, 600’er kişilik kuvvet gönderdiler. Ayrıca adaya çok geniş muhtariyet verildi.
Adaya asker çıkarmış iken geri çekilmek, Yunanlıların ağrına gitti. Bütün Yunanistan heyecandan ayağa kalkmıştı. Yunanistan’ı hükümet değil, Etniki Eterya idare ediyordu. Yunan halkı Osmanlı devletine savaş ilan edilmesini istiyordu. Yunanistan’a göre, Osmanlı Devletine savaş açılırsa, Etniki Eterya ajanları vasıtasıyla bütün Makedonya halkı da ayaklandırılacak ve Makedonya’dan toprak koparmak için diğer Balkan devletleri de Osmanlı Devleti ile savaşacaktı ki, sonunda zafer Yunanistan’da olacaktı. Osmanlı Devleti bu durum karşısında Yunan sınırlarına asker yağmaya başladı.
1897 Nisanında, Yunan subayları komutasındaki gönüllü Yunan birlikleri Makedonya’yı ayaklandırmak için Osmanlı sınırlarını silah zoru ile geçmek isteyince, Osmanlı Devleti Yunanistan’a savaş ilan etti.
Savaş kısa sürdü. Dömeke meydan muharebesinde Ethem Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri Yunanlıları ağır bir hezimete uğrattı.
Dömeke meydan muharebesinin Türklerin lehine sonuçlanmasıyla Atina yolu Türklere açıldı. Artık Atina, Türkler tarafından işgal edilmek üzereyken, daha önce olduğu gibi Yunanistan’ın hamisi olan Avrupalı büyük devletler araya girerek, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında bir mütereke yapmasını önerdiler ve Aralık 1897’de de barış yapıldı. Osmanlı Devleti bu barışla, az bir savaş tazminatı ve küçük bir sınır değişikliği elde etti ve Yunan meselesi böylece halledilmiş oldu.
Yunanistan’ın yenilgisi Girit Rumlarını daha saldırgan bir hale getirdi ve 1897 yılı sonbaharında Rumlarla Müslümanlar arasında çarpışmalar arttı. Bu arada İngiliz askerleri ile Rumlar arasında çarpışmalar oldu. Bu durumu bahane eden başta İngiltere ve diğer devletler 1897 Ekiminde Osmanlı Devletine bir ültimatom vererek, kuvvetlerini adadan çekmesini istediler. Osmanlı Devleti buna boyun eğdi ve bütün askerlerini geri çekti. Ada İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’nın askeri işgaline bırakıldı ve Yunan Veliahdı Prens Yorgi adaya vali tayin edildi. Artık, Osmanlı Devletinin, hukuki bir sahiplikten başka ada ile fiili hiçbir bağı kalmıyordu.
Prens Yorgi’nin valiliği sırasında büyük devletlerin Girit ile olan ilgileri hemen hemen kesildi. Daha sonra Girit’te bir anayasa düzenleyerek Yorgi’nin valiliği onaylandı.
Aradan geçen iki yıl sonunda 1901 Haziranında Prens Yorgi adayı Yunanistan’a katmak istedi ise de, büyük devletler bunu önlediler.
II. Meşrutiyetle beraber ortaya çıkan üçüncü meselede Girit adası oldu. Avusturya’nın Bosna Hersek’i ilhak ettiği gün, Girit Mecliside kendisini Yunanistan’a ilhak ettiğini ilan etti. Bu katılmayı Yunanistan eskiden olduğu gibi hemen tanıdı ve bunu Avrupalı büyük devletlerin de tanıması için onlara başvurdu.
Öte yandan Osmanlı Devleti, içte ve dışta düştüğü bu zor durumda Girit’in ilhakını sadece protesto etmekten başka bir şey yapamadı. Avrupalı büyük devletler ise, Balkanların karışık bir durum hal almasından ve yeni bir meselenin ortaya çıkmasını istemediğinden, Girit’in Yunanistan’a katılmasını tanımadılar.
Girit Rumlarının Yunanistan’a katılma teşebbüsünü bir müddet sonra tekrar ele alan Avrupalı büyük devletler, “İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya “ aralarında yaptıkları görüşmeler sonucunda, Osmanlı’nın itirazlarına rağmen, 1909 Temmuzda, 1897’den beri ada da tuttukları askerlerini çekmeye karar verdiler. Buna karşılık sadece Suda Limanında Osmanlı bayrağı bulunacak ve bu bayrağı ve Müslüman ahaliyi korumak için Osmanlı Devleti bu limana 4 tane küçük savaş gemisinin gönderilmesinin kabul etti.
Girit’teki bu yeni durum, Rumların ada da daha serbest hareket etmesine yol açtı. Nitekim, yabancı askerlerin çekilmesinden sonra, resmi ve özel binalara Yunan bayrağı asmaya başladılar. Bu sıralarda ise, Osmanlı Devleti’nde, Girit’teki gelişmelere karşı büyük bir tepki doğmuştu ve sorun bir Osmanlı- Yunan anlaşmazlığı halini almıştı. Ancak büyük devletlerin baskısıyla olayların daha fazla büyümesi önlendi.
Bütün bunlara rağmen, Rumlar, Girit’i Yunanistan’a bağlama isteğiyle çalışmalarına devam etmekteydiler. Fakat büyük devletlerin tutumu, 1909 yılı Ağustos ve Ekim aylarında Yunanistan’da meydana gelen iç karışıklıklar dolayısıyla, Girit’in resmen Yunanistan’a katılmasına cesaret edemediler ve daha uygun bir zamanı beklemeye başladılar. Böylece Girit hukuk yönünden Osmanlı devletine bağlı kalmakta, fakat çözümlenmemiş bir sorun olmakta devam etti. Bu durum I. Balkan Savaşı sonuna kadar devam etmiştir.
Osmanlı Devleti I. Balkan Savaşında Balkan devletlerine karşı mağlup olması ve devletin idari, mali ve iktisadi yapısı bozulması üzerine, büyük devletlere başvurarak barış görüşmelerine hazır olduğunu belirtti. Bunun üzerine de Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında 30 Mayıs 1913’te Londra Barış Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devletleri, Yunanistan’a Selanik, Güney Makedonya ve Girit’i teslim etmiştir.
II. Balkan Savaşı sonunda ise, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913’te Atina Antlaşması gerçekleşti. Bu antlaşma ile Osmanlı devleti, Yunanistan’ın Balkanlarda ele geçirdiği topraklar ile Girit’in bu devlete ait olduğunu resmen kabul etti.
4. Londra Antlaşması
Birinci Balkan Savaşında Osmanlı Devletinin umulmadık bir şekilde yenilmesi ve Balkanlardan çekilmesi ile, bölgede otorite boşluğu doğdu. Balkan bunalımına bir çözüm yolu bulmak ve barışı korumak amacıyla bazı görüşmeler yapmak için 17 Aralık 1912’de Londra da uluslar arası “Büyük Elçiler Konferansı” toplandı. Bu konferansın çalışmaları, iki konu etrafında toplanmıştı. Bunlar;
a) Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasındaki sınırı ve barış
esaslarını belirlemek.
b) Osmanlı Devletinden ele geçirilen toprakların Balkan
Devletleri arasında bölüşülmesinden doğan ve aynı zamanda büyük devletleri karşı karşıya getiren anlaşmazlığı çözümlemekti.
Londra Antlaşması olarak tarihe geçen barış görüşmelerinde bazı sorunlar ortaya çıktı. Özellikle Yunanistan Ege adalarından, Karadağ İşkodra’dan, Bulgaristan Edirne’den çekilmek istemiyordu. Öte taraftan Osmanlı Devleti Ege adaları ile Edirne’den vazgeçmiyordu. Rusya ile Avusturya arasındaki gerginlik bir türlü giderilemiyordu. Balkan Devletleri ile, Midye-Enez hattının batı kısımlarını kendilerine bırakılmasını istiyordu.
Rusya bir yandan Avusturya’ya karşı Balkan devletleri üzerinde nüfuz mücadelesi yaparken, diğer taraftan da Kafkasya cephesine asker yığmaya devam ediyordu. Ancak bu durum Almanya’nın çıkarlarına ters düşmesi üzerine, Almanya Rusya’yı uyardı ve bir baskı oluşturdu. Bunun üzerine Rusya, geri adım atmak zorunda kaldı. İşte bu nedenlerden dolayı Londra Konferansı sonuçsuz kaldı.
Avrupalı büyük devletler, Balkanlarda yeni bir savaşın çıkması için, 1 Ocak 1913 tarihinde Osmanlı Devletine ortak bir nota verdiler ve isteklerini de şu şekilde belirttiler. Edirne vilayetinin terki ve Ege adalarının geleceğinin tayin edilmesi kendilerine bırakılmasını istediler. Aksi takdirde çıkacak bir savaşta, Osmanlı Devletinin kötü duruma düşeceğini bildirdiler. Böylece Avrupalı devletler Balkan devletlerini destekledikleri açıkça belli olmuştu.
Osmanlı Devletinde ise, almış olduğu yenilgi ile İstanbul’da Kamil Paşa Hükümeti yıpratılırken, durumu fırsat bilen İttihat ve Terakki Fırkası 23 Ocak 1913’te yeniden iktidara geldi. Daha sonra Mahmut Şevket Paşa başkanlığında yeni hükümet kuruldu.
Kurulan yeni Hükümet ilk icraat olarak Avrupalı büyük devletlerin notasını reddetti. İşte bu olaydan sonra Balkan Devletleri, 3 Şubat 1913’te, Osmanlı Devleti ile savaşa tekrar başladılar. Birinci Balkan Savaşında Osmanlı Devleti İşkodra, Yanya ve Edirne’de büyük direniş göstermiş ve kendilerini savunmuşlardı. Ancak yapılan bu savaşta, İşkodra Karadağlıların, Yanya Yunanlıların, Edirne’de Bulgarlıların eline geçti.
Osmanlı Devleti kalmış olduğu bu zor durumdan kendisini kurtarmak için, büyük devletlere başvurdu ve Balkan devletleriyle barış yapılması konusunda yardımcı olmalarını istedi. Avrupalı büyük devletlerin arabuluculuğu ile Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında, 30 Mayıs 1913’te, Londra Barış Antlaşması imzalandı. Buna göre:
1) Osmanlı Devletinin batı sınırı Midye–Enez hattı olacaktı.
2) Osmanlı Devleti, Arnavutluk ile Ege Adalarının geleceğinin
saptanmasını büyük devletlere bırakacaktı.
3) Yunanistan; Selanik, Güney Makedonya ve Girit’i alacaktı.
4) Bulgaristan; Kavala, Dedeağaç ile birlikte, bütün Trakya’yı
sınırları içerisine katacaktı.
5) Sırbistan; Orta ve Kuzey Makedonya’ya sahip olacaktı.
Bu antlaşmadan sonra Osmanlı Devleti Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün toprakları Balkan devletlerine terk etmiştir. Diğer adaların geleceği büyük devletlerin kararına bırakıldı. Bu antlaşmada Bulgaristan, Ege denizine çıktığı gibi büyük bir devlet haline gelmiştir. Yunanistan, Selanik’i aldığı gibi kuzeye doğru genişlemiş ve Ege denizine yerleşmiştir. Sırbistan’ında sınırları genişlemiştir. Ancak Balkanlarda kurulan bu statü, Balkan devletlerini memnun etmedi Buda yeni bir bunalımın doğmasına yol açtı.
5.Girit’in Elden Çıkması
İkinci Meşrutiyet ile beraber ortaya çıkan üçüncü sorun Girit oldu. Girit’in zaten, 1898’den beri Osmanlı Devletiyle pek bağlantısı kalmamıştır. Bu tarihte, Yunan Veliahdı Girit’e tayin edilmiş ve Osmanlı askeride adadan çekilmişti. Bu durumla beraber, ada yinede hukuken Osmanlı Devletinin toprağı idi.
Her zaman olduğu gibi Bosna-Hersek Osmanlı Devleti için bir sorun haline gelince, Girit Rumları ve Yunanistan da harekete geçtiler. Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini ilan ettiği gün, Girit Meclisi de adayı Yunanistan’a kattığını ilan etti. Yunanistan’da bu katılmayı tanıdığı gibi, büyük devletlere yaptığı başvurmayla onlarında bu katılmayı tanımalarını istedi.
Osmanlı Devleti ise, Girit Meclisinin bu kararını protesto etti ve katılmayı tanımadığını bildirdi. İstanbul’da Girit konusunda ve Yunanistan aleyhine büyük gösteriler yapıldı. İttehat ve Terakkinin önde gelen liderlerinden Talat Bey, Avrupa barışını korumak için, Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a ve Bosna-Hersek’inde Avusturya’nın ilhakına katlanmakla büyük fedakarlık yapıldığını fakat Girit’in Yunanistan’a ilhakını asla kabul edemeyeceklerini söylüyordu.
Avrupalı büyük devletler ise, Osmanlı İmparatorluğunun yeni bir parçalanma aşamasına maruz kalmasının ve yeni bir bunalımın çıkmasını istemiyordu. Öte yandan Girit Meclisinin ısrarla Yunanistan’a katılma teşebbüsü karşısında Avrupalı büyük devletler, bu meseleyi bir kere daha ele almaya karar verdiler.
İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya 1909 Temmuzunda aralarında yaptıkları müzakereler sonucunda Girit’te bulunan bütün askerlerini geri çekme kararı aldılar. Zaten bu sırada bu devletlerden her birinin Girit’te 250 askeri bulunmakta idi. Şimdi bunu da tamamen çekiyorlardı. Buna karşılık, sadece Suda limanında Osmanlı bayrağı bulunacak ve bu bayrağı beklemek ve aynı zamanda Müslüman halkı korumak için Osmanlı Devleti Suda limanında dört küçük savaş gemisi bulunduracaktı.
Büyük devletlerin adadan çekilmesi ve Osmanlı Devletinin de tek bağının Suda limanındaki bu sembolik varlığı karşısında, Yunanistan’ın Girit’i ilhak etmesi için hiçbir ciddi ve maddi bir engel kalmıyordu. Fakat Yunanistan’da 1909 yılı Ağustos ve Ekim aylarında iki defa hükümet darbesi yapıldı. Az kalsın Yunan Kralı dahi tahtını kaybediyordu. Fakat Avrupa devletlerinin müdahalesi bu durumu önledi.
Yunanistan’ın bu iç karışıklıkları, Girit’in Balkan savaşlarına kadar Osmanlı Devletinin egemenliğinden tamamen çıkmasını önledi. Osmanlı Devletinin I. Balkan savaşında hiç beklenmedik bir şekilde yenilmesi ile büyük devletler 30 Mayıs 1913 Londra’da Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında barış antlaşması yaptılar. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Midye-Enez sınırına çekildiği gibi, bu sınırın batısında kalan bütün toprakları Balkan devletlerine terk etmek zorunda kalmıştır.
1913 Londra Antlaşması ile Balkan Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında barış sağlanmasına karşın esas itibari ile hiçbiri pek memnun değildi. Özellikle, Makedonya’nın bölüşülmesi, Balkan Devletleri arasındaki çatışmaların merkezini oluşturmuştur. Diğer yandan I. Balkan savaşından sonra yapılan Londra Antlaşması ile Bulgaristan’ın topraklarının büyümesi, Ege denizine çıkması ve antlaşmada en çok payın Bulgarlara verilmesini hazmedemeyen Yunanistan ve Sırbistan, 1913 yılı Haziranında Bulgaristan’a karşı bir ittifak anlaşması yaptılar.
Bulgaristan, iki komşu devletin kendisine karşı birleşmesi üzerine, bu devletlerin daha önceden hazırlanmasına ve seferberliklerini tamamlamasına imkan vermemekle birlikte Makedonya’yı ele geçirmek üzere, aniden 29 Haziran 1913’te Yunanistan ile Sırbistan’a saldırdı. Ancak Bulgar orduları kısa zamanda yenildi. Romanya’da bu durumdan yararlanarak kendisi için tehlikeli olabilecek şekilde büyümüş olan Bulgaristan’a karşı 10 Temmuz 1913’te savaş ilan etti ve Sofya’ya doğru ilerlemeye başladı.
Osmanlı Devleti Balkan Devletleri arasında başlayan bu çatışma üzerine, 19 Temmuz’da harekete geçerek, 25 Temmuz 1913’te Bulgarların elinde bulunan Edirne’yi alarak burayı kurtardı. Babıali, Meriç nehrinin batısına da askeri birlikler göndermek istedi.
Ancak büyük devletler araya girerek buna karşı çıktılar ve Osmanlı Devletine 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşmasının değiştirilemeyeceğini bildirdiler. Yani, Osmanlı Ordularının ilerlemesine karşı çıktılar. Bunun üzerine Türk ordusu Meriç Nehrinde durmak zorunda kaldı.
Bulgaristan, bu gelişmeler ve yenilgiler karşısında Osmanlı Devleti ile diğer Balkan Devletlerine başvurarak barış istedi. Bunun üzerine savaşı sonuçlandıran antlaşmalar yapıldı.
1912-1913 II. Balkan Savaşını sonuçlandıran antlaşmaların ilki, Bulgaristan ile diğer Balkan Devletleri arasında 10 Ağustos 1913’te imzalanan Bükreş anlaşması oldu. Bükreş anlaşmasından sonra, Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında ayrı ayrı anlaşmalar yapıldı. Bunlardan Bulgaristan ile 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşması imzalandı. Tamamı 20 madde ve 4 ekten meydana gelen antlaşmaya göre:
Bulgaristan; Kırklareli, Dimetoka ve Edirne’yi geri veriyor, Türk-Bulgar sınırı yaklaşık olarak Meriç nehri oluyordu. Bundan başka Bulgaristan’da kalan Türkler, Bulgar vatandaşı ile eşit haklara sahip olacaktı ve isteyen dört yıl içerisinde Osmanlı topraklarına göç edebilecekti.
Osmanlı Devleti Yunanistan ile 14 Kasım 1913’te imzalanan Atina anlaşması ile aralarında barış gerçekleşti. Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın Balkanlarda ele geçirdiği topraklar ile Girit’in bu devlete ait olduğunu resmen kabul etti ve Girit adası Osmanlı Devletinin elinden kesin çıkmış oldu.
Bu durum karşısında Osmanlı Devleti Girit adasından ve Balkanlardan gelen Türk göçmen soydaşlarını, Balkan savaşları sırasında hıyanet eden, ayaklanan ve Yunanistan’a çekip giden Rumların terk ettiği emlake yerleştirmeye başladı. Bu gelişme ise, ilerisi için Batı Anadolu ve Trakya üzerinde çıkar hesabı yapan Yunanistan’ı endişeye sevk etti. Nitekim Yunan gazetelerinden birinde çıkan bir makalede “Türklerin Söke’ye Girit muhacirlerinin iskan etmekteki maksatlarını biliyoruz. Türkler ne yaparlarsa yapsınlar 50 sene sonra İyon’ya hükümeti Anadolu’da ihya edilecektir.” Denmekte idi.
Bu gelişmeler karşısında yani Makedonya’dan ve Girit’ten kovulan Türklere karşılık Doğu Trakya ve Anadolu’daki Rumların yerlerini almalarının önüne geçemeyeceğini gören Yunan hükümeti, bu işi durdurmak için iki ülke arasında bir nüfus mübadelesi yapılmasını teklif etti ve 1914 yılı Nisan ayı sonunda hükümetler arasında bu yönde görüşmeler başladı. Nihayet 1 Temmuz 1914’te Makedonya’da kalan Türklerle, Doğu Trakya ve Aydın vilayetlerindeki Rumların karşılıklı olarak ihtiyari bir şekilde mübadelesi hususunda anlaşmaya varıldı. Ancak bir ay sonra I. Dünya Savaşının çıkması bu antlaşmanın tatbikine imkan bırakmadı.
Öte taraftan İtalyanlar, 1911-1912 Türk, İtalyan harbi sırasında Güney Sporat adalarına “12 ada” asker çıkarmışlardı. Ancak, 18 Ekim 1912 Ouchy “Uşi” antlaşmasında bu adaların Osmanlılara iadesi yer almış iken, Balkan harbinin çıkması üzerine 12 adanın Osmanlılara devri ertelendi. Büyük harpten Osmanlıların yenik çıkması üzerine 12 ada İtalyanlarda kaldı.
II. Dünya harbi sonunda İtalyanlar da mağlup olunca 10 Şubat 1947’de Paris’te imzalanan İtalyan barış antlaşması ile 12 ada diye adlandırılan Güney Sporat adaları, Türkiye’nin mütealası bile alınmadan, Yunanistan’a verilmiş ve böylece Ege denizinde mevcut İmroz ve Bozca ada dışındaki bütün adalar Yunanlıların eline geçmiştir.
SONUÇ
Girit Adası, çok eski çağlardan beri bir çok fetih hareketlerine maruz kalmıştır. Bunun nedeni ise, dünyanın üç eski kara parçası olan Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında uzanmış olmasındandır. Girit Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonra en büyük adası olup, Doğu Akdeniz’in jeostratejik ve jeopolitik bir konuma sahip olmakla birlikte, ilk sakinleri küçük Asyalılardır. Milattan önce 4000 yıllarında Neolotik bir kültürün geliştiği görülmektedir. Milattan önce 1400 yılında başlayan, Aka ve Dor akınlarından sonra Yunan istila hareketleri görülmüştür. Tarih boyunca Girit Adasında bir çok devletler hakimiyet kurmuşlardır. Bunlar, Dorlar, Akalar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Venedikliler ve Osmanlılar olmuştur. Venedikliler döneminde ilk defa ada sakinlerince Girit Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Bu idare 11 ay kadar bir süre zarfından sonra Venediklilerin ağır baskıları sonucu son bulmuştur.
Osmanlı döneminde Girit adasına ilk Türk akınları, Aydınoğlu Umur Bey başlatmıştır. Daha sonra bu akımlar sırasıyla Akdeniz’in korkulu armadası Barbaros Hayrettin Paşa, II.Selim, IV. Murat ve en son olarak, Sultan İbrahim döneminde Kızlar Ağası Sümbül Ağa olayı ile Girit adasının fethine neden olmuştur. Girit’te önce Hanya kalesi Yusuf Paşa, Resmo kalesi Gazi Deli Hüseyin Paşa ve son olarak Kandiye kalesi Fazıl Ahmet Paşa tarafından fethi gerçekleştirilmiştir. Çok uzun yıllar süren Girit adasının fethi Osmanlı Devletine hem maddi, hemde manevi yönden büyük bir külfet çıkardığı gibi 130 bin Türk askerinin şehit düşmesine de sebep olmuştur. Girit adasının tamamı, Osmanlı Devlet idaresinin eline geçmesi ise, 1699 ve 1715 yılında Mora seferiyle tamamlanmıştır. Girit adası Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesi ile Avrupa Hıristiyan aleminin adeta “Din birliği” etrafında toplanmasına ve Müslümanlara karşı düşmanca bir tavır takınarak, “Mukaddes İttifak” kurmasına neden olmuştur.
Girit adası Osmanlı idaresinde 150 yıl kadar bir sükunet içinde kalmasından sonra, önce 1789 Fransız İnkılabının yaydığı milliyetçilik akımları ve Yunanistan’ın bağımsızlık çabaları sonucu adada küçük çaplı isyanlar ve ayaklanmalar görülmeye başlamıştır.
İlk büyük isyan 1866 yılında baş göstermiş olup, Girit’i Yunanistan’a kattıklarını ilan ettiler. Osmanlı Devleti isyanı bastırmak için buraya bazı devlet adamlarını gönderdi ise pek başarılı olamamıştır.
Bu durum üzerine araya Avrupalı büyük devletler girmiş ve Girit’e muhtariyet verilmesini önermişlerdir. Osmanlı Devleti böyle bir öneri karşısında Girit’e daha fazla müdahaleyi önlemek amacıyla, Sadrazam Ali Paşa’yı göndermiş ve bu paşanın halka bir takım imtiyazlar vermek suretiyle 1868 tarihli Islahat Fermanı yayınlanmış ve Girit’e muhtariyet hakkı tanınmıştır.
Girit Rumları 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşında, Osmanlı Devletinin içine düştüğü zor durumdan yararlanmak amacıyla, tekrar Girit Rumları ayaklandılar. Bu isyan, büyük devletlerin baskısı sonucu Babıali Girit sorununu çözümlemek için Gazi Ahmet Muhtar Paşayı komiser unvanı ile buraya gönderdi ve yapılan 1878 Halepa sözleşmesi ile Girit Rumlarının adeta bağımsızlıkları için bir zemin hazırlandı.
Tarihte 93 harbi olarak geçen Osmanlı-Rus savaşında özellikle Rusya, Osmanlı Devletini Girit sorununda ve bir çok yönden devamlı büyük baskı altında tutan devlet olmuştur. Tabiki bunu en iyi değerlendiren ve fırsat kollayan da Yunanistan olmuştur. Öyleki 1878 Berlin antlaşmasında Yunanistan, başta Rusya ve diğer Avrupalı büyük devletlerin yoğun baskıları sonucu, Osmanlı Devletinden savaş yapmadan ve diplomatik yollardan toprak elde ederek, sınırlarını genişleten devlet olmuştur.
1896 Yılında Girit Rumları tekrar ayaklandılar ve kendilerini Yunanistan’a bağladıklarını açıkladılar. Bu sıralarda Balkanlarda karışmıştı. Özellikle Yunanistan, Bulgaristan’ın 1885’te Doğu Rumeli ile birleşmesi ile çıkan buhranı çok iyi değerlendirmek istedi ve Makedonya’ya saldırdı. Tarihte 1897 Türk – Yunan Harbi olarak geçen savaş Dömeke meydan muharebesiyle zafer Türklerin oldu. Atina’yı işgal edip düşeceği bir durumda yine Yunanistan’ın hamisi olan “İngiltere, Fransa ve Rusya” araya girerek Türk ilerleyişini durdurmuşlardır.
Girit Adası, 1913 Londra Antlaşması ile gizlice elimizden çıkmıştır. Bu olay büyük devletlerin desteğiyle merhale merhale Yunanistan’a katılımı yönünde gerçekleşmiştir. Günümüzde ise, stratejik bakımdan önemli yere sahip olan Kıbrıs adası aynı Girit Adasının elden çıkışında büyük devletler tarafından uygulanan siyaset ile elimizden alınmaya çalışılmaktadır. Kıbrıs adasında Girit adasındaki gibi bir akıbete uğramamak için, Türkiye Cumhuriyeti olarak tedbirli ve akılcı bir dış siyaset takip edilmesi gerekmektedir.